Affetmek, silmek demektir. Kini silmek, intikamı silmek, hıncı silmek… Suç ve hataları affetmek belki onları unutturmaz ancak öfkeyi, nefreti ve intikamı dindirir. Düşmanlarını dahi bağışlayan Allah Resûlü’nün bağışladığı hâlde yaptıklarını unutamadığı kimseler vardı. Amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşî’yi affetmiş, fakat ona mümkünse kendisiyle yüz yüze gelmek istemediğini söylemişti. İnsanları bağışlamak aslında ne hataları görmezden gelmek ve kabullenmek ne de gururunu ayaklar altına almak anlamına gelir. Hataları affetmek suretiyle insan esasen kötülüğe kötülük, öfkeye şiddet, kine kin eklemeyi reddeder. Nefret ve intikamı kötülere bırakır. Müminin bir başkasını bağışlaması, Yüce Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmanın bir gereğidir. Nasıl ki Rabbimiz adalet ve iyiliğinin gereği olarak kullarını bağışlıyorsa, kullar da Rablerinin bu ahlakından nasiplenmelidir. Dolayısıyla Allah’ın kendisini affetmesini isteyen, kendisi de başkalarını affetmelidir.
Peygamber Efendimiz (sas) Mekke’den başlayan hicretinde Medine’ye ulaştı. (622)