Bir Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) daha sona erdi.
Kimi gülerek çıktı salonlardan kimi sessizce başını önüne eğerek…
Kimi vakti iyi kullandı, kimi zamanı yetiremedi kimi ise sınava hiç giremedi!
Her sene karşılaştığımız aynı manzaralar: Sınav salonunun önünde ağlayan bir genç, çıkmayan bir küpe, kimliğini unuttuğu için içeri alınmayan bir aday, erken gelmiş olmasına rağmen bahçede sohbete dalıp binaya giremeyen genç…
Her yıl tekrarlanan sahneler…
Geleceğini şekillendirecek bir sınavda, bir dakikalık gaflet, bir ömrün yönünü değiştirecek bedellere yol açabiliyor. Ama asıl sorulması gereken soru şu: Biz sadece sınava mı geç kaldık? Yoksa hayata, hakikate, kulluğa, mesuliyete mi?
Kur’an, sorumluluğu insanın varlık gerekçesi olarak sunmaktadır. “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, insan ise onu yüklendi.” (Ahzâb, 33/72).
İnsan, ilahi bir teklifin muhatabı olduğu andan itibaren artık sadece bir varlık değil, bir mesuliyet taşıyıcısıdır. Yani var olmak, sorumlu olmaktır.
Kanaatimce sınava geç kalan bir gençte sadece dakik sorunlar değil, hazırlık sürecinde yeterince kök salmamış bir ‘ciddiyet meselesi’ vardır. Saatini kurmayan bir genç belki de hayatını kuramamaktadır! Çünkü sorumluluk, sadece sınava değil; sabaha, namaza, anneye, vatana, kalbe, hakikate zamanında yetişmektir.
Efendimiz (sas),“Hepiniz birer sorumlusunuz ve hepiniz yönettiklerinizden mesulsünüz.” (Buhârî, İstikrâz, 20) buyurarak her bireyin sorumluluğunu en sade ve derin ifadeyle anlatır. Zamanı kullanamamak, sadece bir beceri eksikliği değil, bir emanete ihanet biçimidir.
Hz. Ömer’in hilafet yıllarında gece vakti Medine sokaklarını dolaşarak ümmetinin derdiyle dertlenmesi, sadece bir halifenin değil, bir müminin sorumluluk ahlakını göstermektedir. O, geceyi uyuyarak değil, ümmetin yüküyle yoğrularak geçirmiştir. Çünkü O’na göre zaman, hesap verilecek bir emanettir.
Osmanlı’da İstanbul’un minarelerinde müezzinlerin coşkulu sedaları yükselirken, sadece namaza değil vakte vefa göstermeye, hazırlıklı olmaya ve şuurlu yaşamaya da davet yankılanırdı kubbelerde.
Ali Kuşçu’nun saatlere göre ayarladığı medrese dersleri, Takiyüddin’in gözlem evinde kurduğu düzenekler, Osmanlı’da vakit tayin eden muvakkithaneler… Bunlar sadece teknik işlevler değil zamanın ne kadar kıymetli bir nimet olduğuna dair bir medeniyet hafızasıdır.
Bir genç, sınava geç kalırken sadece kendisini değil, bir medeniyetin vaktin fıkhına dair bütün terbiyesini ıskalamaktadır.
Küpe yüzünden sınava alınmayan gençler medyada gündem olurken, aslında asıl tartışmamız gerekenin şekil değil, “hazırlık” olduğunu unutuyoruz. Neyi öncelediğimizi, hangi değerleri merkeze aldığımızı…
Nice gencin hayatı bir dakika ile bambaşka bir yöne savrulurken, biz hala “olabilir, insanlık hali” diyerek teselli üretmeye devam ediyoruz. Oysa İslam, kasten yapılan gafleti affetmez ama tövbe ile telafiye kapı aralar. Her ihmalin, her geç kalışın ardında bir ihmalkarlık zinciri vardır.
Yusuf (as) zindandayken bile sorumluluğunu bırakmamış, ilmini sürdürmüş, sabrını kaybetmemiştir. Musa (as) Tur Dağı’na giderken bile kavmine vekil bırakmıştır.
Genç kardeşim;
Saatin alarmı çalmadığında, vicdanının alarmı çalsın.
Ey veliler,
Sınavı kaçıran gençten önce, ona vakit bilinci kazandıramamış toplumun sorumluluğu daha büyüktür. Her yıl yaşanan geç kalma krizleri, sadece bireysel değil, sistemsel bir eğitim eksikliğidir.
Sınav sona ermiş olabilir, ama hayatın sınavı devam ediyor. Küçük ihmallerin büyük pişmanlıklara dönüşmediği bir bilinçle, yalnızca bir sınavı değil, bir nesli kaybetmekten sakınalım. Allaha Emanet.