Ailemiz…
Bir olmanın, biricik olmanın anlam bulduğu yerdir. Yegane sığınağımızdır. Bizlere sunulan birçok nimetin içinde belki de en kıymetli olanıdır. Huzur ve mutluluk kaynağı, sevginin ve merhametin doyasıya yaşanabileceği bir lütuftur bizim için. Aydınlık geleceğimize doğru, emin adımlarla yürüdüğümüz güvenli bir yoldur. İyiliği artırmanın, dünyaya iyiliği egemen kılmak için çalışmanın önemini öğrendiğimiz eğitim yuvamızdır.
Duygularımız…
Hissettiğimiz duyguları tanımlayabilmek zordur bazen bizim için. Anlamlandırıp dile dökebilmek de. Özellikle sıkıntılı dönemlerden geçtiğimiz anlarda yaşadığımız duygular bizi sarsabilir değil mi? Bir çıkış yolu aramamıza sebep olabilir. Tutunacak dal ararız sanki. Bir başkasının varlığıyla daha da anlam kazanan varlığımızı hissetmek isteriz adeta. Dünyadaki yerimizi ve anlamımızı sorguladığımız bu anlarda bizlere destek olabilecek insanları yanımızda, yakınımızda görmek ne kadar kıymetlidir. Ailemizdir onlar. Evet, ne olursa olsun yine yanı başımızda yer alacaklardır.
Dünya…
Bir koşuşturma içerisindeyiz bu dünyada. Kimi zaman yapayalnız hissediyoruz sanki kimse anlamıyor bizi. Kimi zaman ailemiz başta olmak üzere yakınlarımızdan uzaklaştırıyoruz kendimizi. Samimiyetin en hasını, “kabul görme duygusunun” en derinini ancak orada bulabiliriz oysaki…
Zaman…
Su gibi hızlı akıp giderken oradan oraya savrulabiliyoruz, farkına bile varmadan. Bir bakmışız ki, aynı düşüncede buluştuğumuz ailemizle problem yaşadığımız zamanlar da oluvermiş. Tarihte de var bunun örnekleri. Hatırladın mı? Bir baba vardı, Kur’an’da anlatılan. Hani evladıyla aynı değerlerde aynı inançta buluşmak istiyordu ama evladı onun gibi düşünmüyordu. Babasının “doğru” dediğine evladı “yanlış” diyordu. O, aynı zamanda bir peygamberdi. “Hz. Nuh olmalı bu baba.” dediğini duyar gibiyim. Evet, Hz. Nuh. Son ana kadar oğlundan ümidini kesmeyen, kendisiyle aynı duygu ve düşüncede buluşamadığı halde ondan şefkatini esirgemeyen bir baba. Öyle ya, hiç kıyabilir mi bir anne baba evladına. Bir de oğluna “…Yavrucuğum!…” diye başlayan öğüdüyle örnek olan, aile fertlerine merhamet dolu bir iletişim diliyle seslenen Lokman (as) da evlat sevgisini anlatır değil mi bizlere?
Tarihte çıktığımız yolculuğa devam edelim mi? Sevgili Peygamberimiz (sas) geldi aklıma. Hani bir gün arkadaşlarıyla birlikte oturuyordu. Orada bulunanlara ikram etmek için bir içecek getirdiler. Bunu gören Peygamberimiz, kendisine ikram edilen içeceği, orada bulunan bir çocuğun rızasını almadan ikram etmek istemedi. Çocuğun “Benden başlamanızı isterim.” şeklindeki talebi üzerine ikrama ondan başladı. Zira tüm çocukların, anne babalarına olduğu gibi topluma da emanet olduğunu biliyordu o. Bir insanın yaşı, statüsü ne olursa olsun “senin varlığını önemsiyorum” demenin ne kadar önemli olduğunu da.
Ne demiştik? Huzurlu ve mutlu anlarımız kadar yüreğimizin daraldığını hissettiğimiz günler de yaşayabiliriz. Bu gibi zor zamanlarımızda ailemizin gölgesinde olmak, sırtımızı onlara yaslamaktır bize iyi gelecek olan.
Öyleyse onlar nasıl koruyup kolladılarsa bizi, biz de aynı şekilde sahip çıkmalıyız ailemize. Varlığıyla güven veren, ihtiyacımız olduğunda koşup gelen akrabalarımızla bağımızı kuvvetlendirmeliyiz. Koşulsuz sevebilmeli, gerektiğinde affedebilmeliyiz. Ne kadar önemsediğimizi hissettirmeliyiz sevdiklerimize; bazen güzel bir cümle bazen de tebessümle.
Yabancılaşmamalıyız birbirimize. Sosyal medyada kaybolup yanı başımızdakinin varlığını unutmamalıyız. Ekrana baktığımızdan daha fazla bakmalıyız “ailem” dediklerimizin gözlerine. Herkesten fazla dokunmalıyız onların yüreklerine. Dokunalım ki, o yürekler şifa olsun önce kendi kalbimize…
Ola ki sonbahar mevsimini yaşıyorsa ruhumuz, ilkbaharı yaşamak için fırsatlar aramalıyız, geç kalmadan ailemizle birlikte!