

Hitabet, Hz. Peygamber’in insanları İslâm’a davet ve muhataplarını ikna etmek için başvurduğu bir yoldu. Onun hitabelerinin bir kısmını cuma ve bayram günleri gibi muayyen zamanlarda yaptığı hutbeler, diğer kısmını da belirli bir vakte bağlı olmayan konuşmalar oluşturmaktadır. Bir açıklama yapmanın faydalı veya zaruri olduğu zamanlarda, mesela savaşlardan önce orduya hitabesi; bildirilmesi gereken bir mesele ortaya çıktığında, onları aydınlatmak amacıyla; bir soru sorulduğunda; sohbetler ve münâzaralar (mesela Necran Hristiyanlarıyla yapılan münâzara gibi), ikinci kısımda mütâlaa edilebilir. Peygamberliğinin ilk yıllarında Safâ tepesinde Mekkelilere hitaben yapmış olduğu ve özü itibarıyla Allah’tan başka ilah bulunmadığını ifade ettiği konuşma, onun hitabetinin ilk örnekleri arasında yer almaktadır.
Peygamberimizin tebliğ görevinde hitabet bir gaye değil, araçtı. Bu bakımdan konuşmalarını sâde bir dille yapmış, sözlerini edebî ve ağır ifadelerle süslemek gereğini duymamış, sanat kaygısı taşımamıştır. Hiçbir edebî yarışmaya katılmamıştır. Temîm kabilesi tarafından yapılan bir hitabet yarışması teklifini kabul etmemiş ve konuşmamıştır.38
Hz. Peygamber’in hutbelerinin çoğu “el-Hamdü lillâhi Nahmedühû ve Nestaînühû…” (Hamd Allah’a mahsustur, O’na hamdeder ve O’ndan yardım isteriz), “el-Hamdü lillâh bi-Hamdihî”(O’na hakkıyla hamdederim), bir kısmı da “Ûsîküm İbâdallah bi-Takvallah”(Ey Allah’ın kulları! Size Allah’a karşı gelmekten sakınmayı tavsiye ederim) cümleleriyle başlar. Hamdü senâdan sonra “Eyyühen-nâs” (Ey insanlar!) cümlesiyle devam eder. Onun “Ey insanlar!” şeklinde hitap etmesi, mesajının evrenselliğini de ortaya koymaktadır. Her hutbesinin başında “el-Hamdü lillah” kelimesi bulunurdu. Ancak bayram hutbelerine tekbirle başlardı.39
Hz. Peygamber’in hitabeleri, putperestliği ve her türlü Câhiliye inancını terketmeye çağrı, tüm insanları karanlıktan aydınlığa çıkaracak İslâm’a davet, İslâm inançlarının güzelliği, insanların dünya ve ahirette mutluluğa erişmelerinin yolları ve cihadın fazileti gibi konuları içermektedir. Vedâ haccında yaptığı konuşma çok meşhurdur. Bu konuşmanın içerdiği hususları ana hatlarıyla ilgili konuda vereceğimiz için burada tekrar etmek istemiyoruz. Hz. Peygamber’in hutbelerinin, toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarıyla yakından ilgili, kişisel ve toplumsal problemlerin çözümüne yönelik olduğu görülmektedir. O, hutbelerini genellikle kısa tutmuş ve bunu tavsiye de etmiştir.40
Peygamberimiz konuşurken sesini dinleyicilerin sayısına, durumuna ve konuya göre ayarlardı. Dinleyicilerin az olduğu ve özellikle sohbet tarzında yaptığı konuşmaları oturarak yapardı. Gerektiğinde sesini daha iyi duyurabilmek için konuşurken ayağa kalkar, konuştuğu yere, zaman ve zemine göre minberde, bineğinin veya yüksek bir kayanın üzerinde hitap ederdi. Bu, hem dinleyicilerin kendini görmesi ve hem de sesini duyurabilmesi amacına yönelikti. Safâ tepesinde halka hitap ederken oradaki en yüksek kayanın üzerine çıkmıştır. Mekke’nin Fethi’nde de Kâbe’nin merdivenine çıkarak konuşmuştur. Veda Hutbesi’ni ve Mina’daki konuşmasını devesinin üzengileri üzerinde yükselerek yapmıştır.
Hz. Peygamber gerektiğinde konuşmasını çeşitli jest ve mimiklerle desteklerdi. Bakışlarıyla dinleyicileri devamlı kontrol altında bulundururdu; konuşurken tek bir fert veya noktaya bakmazdı. Sözü gereğinden fazla uzatmazdı. Yazılı metne dayanmadan irticâlen konuşur, buna rağmen bocalama, kekeleme, sözün devamını getirememe gibi olumsuz durumlarla karşılaşmazdı. Sorulara her zaman ve her yerde açıktı; camide, evinde, yolda, minberde, konuşma esnasında, yolculukta, gece vaktinde hasta iken veya kalabalığın içinde sorulan soruları geri çevirmezdi. Çünkü soru soran kişi, o esnada öğrenmeye hazır durumdadır; soruları geçiştirme yoluna gitmez, cevabın bir an önce bitmesini değil de, soranın tatmin olmasını düşünürdü. Vahiy yoluyla cevaba hazırlıklı değilse, vahyin gelmesini bekleme yolunu tercih ederdi. Kendisiyle konuşan herkesi sözlerini bitirinceye kadar dinlerdi. Fasih konuşurdu; bu özelliğini de büyük ölçüde çocukluğunu sütannesi Halime’nin kabilesi arasında geçirmesine borçludur. Halime’nin kabilesi olan Sa’doğulları, Arap Yarımadası’nın en fasih konuşan kabilelerinden biri idi. Hz. Peygamber az sözle çok anlam ifade etme yeteneğine sahipti. Onun veciz sözlerini ve veciz konuşma özelliğini ifade eden “Cevâmiu’lKelim” tabiri bizzat kendisi tarafından, kendi özelliği olarak kullanılmıştır.41 Nitekim kaynaklarda onun cevâmiu’l-kelim niteliğine sahip pek çok hadisi vardır.42
Sahâbe içinde de güçlü hatipler vardı. Çeşitli kabilelerden gelen heyetler Hz. Peygamber’in huzurunda konuşma yaptıklarında Hz. Peygamber bazen onlara cevabı kendi adına sahabe içindeki hatiplere verdirirdi. Bu hatiplerden Sâbit b. Kays, “Peygamber’in hatîbi” diye anılır.43
İslâm’ın doğduğu sırada Arap toplumunda şiirin hayâtî tesiri ve öneminden giriş kısmında bahsetmiştik. Şiir, İslâm’dan sonra Müslüman-müşrik ilişkilerinde de bu önemini korumuştur. Müşrikler, Hz. Peygamber’i “Mecnun bir şâir”44 olmakla itham etmişlerdi. Kur’an bu iddiayı reddetmekte ve onu tanıyan müşriklerin samimi olamayacaklarını belirtmektedir. Halbuki Hz. Muhammed (s.a.s.) şâir değildi. Nitekim Kur’an’da “Biz ona şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da”45 buyrulur. Müşriklerin ithamları üzerine Kur’an-ı Kerim’de müşrik dönemin şâirleri, şiirleri ve onlara uyanlar şu ayetlerle kötülenmiştir: “Şâirlere gelince, onlara da sapıklar uyarlar. Onların her vadide başıboş dolaştıklarını ve gerçekte yapmadıkları şeyleri söylediklerini görmedin mi?”46 Ancak daha sonra bu şâirlerden “İman edip iyi işler yapanlar, Allah’ı çok çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıklarında kendilerini savunanlar…”47 istisna edilmişlerdir. Yani kötülüğü ifade etmeyen ve iyi maksatla kullanılan şiir, önceki ayette kötülenen şiirden ayrı tutulmuştur. Şu kadar var ki, Kur’an’da bir sanat kolu olarak salt şiir ve şair değil, şiirin insanları saptırıcı yönü eleştirilmektedir. Kur’an’ın bir şiir ve Hz. Peygamber’in de bir şâir olmadığı vurgulanmaktadır.
Müşrikler, İslâm’ın güçlenmesine katkıda bulunacağı endişesiyle şairlerin Müslüman olmalarına engel olmaya çalışıyorlardı. Şarap, kumar ve kadına düşkün olan meşhur şair A’şâ (Meymûn b. Kays), Hz. Peygamber’e övgü olarak nazmettiği kasideyi kendisine sunmak ve Müslüman olmak düşüncesiyle 6/628 yılında Yemen’den Hicaz’a gelir. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri endişeye kapılırlar. Şairin zaaf noktalarını iyi bilen Ebû Süfyan, İslâm’ın içki, kumar ve zinayı yasakladığını söyleyerek onu bu ziyaretten vazgeçirmeye ve geri göndermeye çalışır. Müşrikler ayrıca Müslümanları yakında mağlup etmelerinin ihtimal dahilinde olduğundan bahsederler. Şayet Müslümanları mağlup edemezlerse bir yıl sonra tekrar gelebileceğini şaire söylerler ve kendisine yüz deve hediye ederek geri gönderirler. Fakat A’şâ, köyüne yaklaştığı sırada atından düşerek ölür.48
İslâm, mûsıkî ve şiiri temelden yasaklamamış; bunları insanları kötü yollara sevkeden bir mahiyet aldıkları zaman zararlı bulmuştur. Hz. Peygamber, ahlâksızlığa yol açan, kargaşa meydana getiren şiirlere karşı sahâbîleri uyarmıştır. Peygamberimiz genelde şiirde hikmet aranabileceğini şu sözüyle açıklamıştır: “Bazı şiirler var ki hikmettir”.49
Hz. Peygamber, bazı şairlerin şiirlerinden beğendiği mısraları, kendi ifadeleri arasında aynen tekrarlamıştır. Meselâ ünlü şair Lebîd’in bir beyti için şöyle buyurmuştur: “Şâirin söylediği en doğru söz, Lebîd’in ‘Allah’tan başka her şey bâtıldır’ ifadesidir”.50 Yine Hz. Peygamber, Müslüman olmayan şâirlerin bile nezih şiirlerini sahâbîlerden dinlediği zaman şiirin muhtevasını beğendiğini ifade etmekten geri kalmamıştır. Meselâ İslâm dönemine yetişen ve fakat Müslüman olmayan Ümeyye b. Ebu’s-Salt’ın şiirini dinleyince “Ümeyye az daha Müslüman oluyordu”,51 “Ümeyye’nin dili iman etmiş, fakat kalbi küfürden kurtulamamıştır”52 buyurmuştur.
Hz. Peygamber ve Müslümanlar hem Mekke ve hem de Medine döneminde müşriklerin fiilî saldırılarının yanında sözlü saldırılarına da maruz kalıyorlardı. Sözlü saldırıların başında Ebû Süfyan b. Hâris, Abdullah b. Ziba’râ, Dırâr b. Hattâb, Hübeyre b. Ebû Vehb ve Ebû Azze gibi Kureyşli; Ümeyye b. Ebu’s-Salt, Enes b. Züneym gibi diğer kabilelere mensup müşrik şairlerin hücumları yer almaktaydı. Şiirle yapılan bu hücumlara aynı yöntemle karşılık vermenin gerekli olduğu kanaatine varan Hz. Peygamber, Müslümanlardan bu konuda kendisine yardımcı olmalarını istemiştir. Bu isteği Hassân b. Sâbit, Ka’b b. Mâlik ve Abdullah b. Revâha yerine getirmişlerdir. İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-Nebeviyye adlı eserinde, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları, Mekke’nin Fethi ve Huneyn Savaşı’ndan sonra hem müşrik şairler ve hem de Müslüman şairler tarafından karşılıklı atışmalar şeklinde söylenmiş şiirler geniş yer tutmaktadır.53
Hz. Peygamber döneminde şiir İslâm’ı tebliğ aracı olarak da kullanılmıştır. Hassân b. Sâbit’in câhiliye döneminin olumsuz değer yargılarını ve kabilecilik saplantılarını dile getiren hicivleri son derece etkili olmuştur. Hassân bu konuda azimli ve iddialıydı. Hz. Peygamber, şiirleriyle İslâmiyete büyük hizmetlerde bulunan Hassân b. Sâbit’i övücü sözler söylemiştir. Yahudi şâir Ka’b b. Eşref, Bedir Gazvesi’nin ardından Mekke’ye giderek bu savaşa katılan ve ölen müşrikler için söylediği şiirlerle Kureyş’in intikam duygularını tahrik etmişti. Bunun üzerine Hassân b. Sâbit, Ka’b b. Eşref ve onu evlerinde misafir edenler hakkında şiirler söylemiştir. Bu şiirler o derece etkili olmuştur ki, artık hiç kimse Ka’b’ı evinde misafir etmeye cesaret edememiştir.
Abdullah b. Revâha da sanatını, Hz. Peygamber’i ve İslâm dinini savunmak ve müşrikleri hicvetmek yolunda kullanmıştır. Hassân b. Sâbit ve Ka’b b. Mâlik şiirlerinde Kureyş müşriklerini, kabîlevî ve şahsî kusurları ile kötülerken, Abdullah b. Revâha onları imansızlıkları ve ısrarlı küfürlerinden dolayı yermiştir. Hz. Peygamber onun şiirleri hakkında da övücü sözler söylemiştir. Müslümanlar umre maksadıyla Mekke’ye girerken Abdullah b. Revâha “Ey kâfirler! Çekilin Resûlüllah’ın önünden!” diye başlayan şiiri söylerken Hz. Ömer onu susturmak istemiştir. Fakat Hz. Peygamber hemen müdahele ederek “Karışma yâ Ömer! İbn Revâha’yı kendi haline bırak. Zira onun söylediği şiirin kâfirler üzerindeki tesiri okun tesirinden çok fazladır!”54 buyurmuştur.
Mekke’nin Fethi’nde Abdullah b. Ziba’râ ve Enes b. Züneym gibi o zamana kadar müşrikler safında yer almış olan şairler, önce hayatlarından endişe ederek kaçmışlar; ancak daha sonra Hz. Peygamber’in huzuruna gelerek Müslüman olmuşlardır. Bundan sonra da Hz. Peygamber’i öven ve ondan özür dilediklerini ifade eden şiirler yazmışlardır. Ünlü şâir Ka’b b. Züheyr, Medine’de Resûlüllah’ın önüne gelerek Müslüman olmuş ve “Bânet Suâd” veya diğer adıyla “Kasîde-i Bürde”yi okumuştur. Ka’b b. Züheyr bu kasidesinde Suâd adını verdiği sevgilisinin hasretinden duyduğu elemleri ifade eder, onun güzelliğini ve peşinden nasıl koştuğunu dile getirir. Sözü Hz. Peygamber’e getirerek onun yüksek meziyetlerini anlatır. Ondan özür diler, bağışlanmasını ister. Resûlüllah son derece duygulanır, sırtındaki hırkayı çıkarır ve Ka’b’a hediye eder.55 Mukaddes emanetler arasında yer alan ve bugün İstanbul’da Topkapı Sarayı müzesinde muhafaza edilmekte olan “Hırka-i Saadet” budur.56
KAYNAKÇA:
38. İbn Hişâm, IV, 207-212.
39. İbn Kuteybe, Uyûnu’l-Ahbâr, II, 231.
40. Hanbel, IV, 263, 320; Müslim, I, 594.
41. Buhârî, IV, 12; VIII, 76.
42. Bu konuda bk. M. Yaşar Kandemir, “Cevâmiu’l-Kelim”, DİA, VII, 440.
43. Hz. Peygamber’in hitabeti ve hutbeleri için şu eserlere bakılabilir: Câhız, el-Beyân, ,I 302-304; II, 31-45; A. Zeki Safvet, Cemheretü Hutabi’l-Arab; Şevki Dayf, Târîhu’lEdebi’l-Arabî, II,114-121; Ahmet Lütfi Kazancı, Peygamber Efedimizin Hitabeti, İstanbul 1980; Muhammed Halîl el-Hatîb, Hutabi’r-Rasûl, Kahire 1983; Talat Koçyiğit, İslâmî Davetin Mahiyeti ve Hz. Peygamber’in Hutbeleri, Ankara 1994; Hasan Ali Görgülü, “Hz. Peygamber’in hutbede izlediği metod ve Günümüzde hutbe uygulamaları”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı 3, İsparta 1997, s. 175-235; Hüseyin Elmalı, “Hitabet- Arap Edebiyatı”, DİA, XVIII, 158-159 Mustafa Baktır, “Hutbe”, DİA, XVIII, 425-428.
44. Sâffât Sûresi 36.
45. Yâsin Sûresi 69.
46. Şuarâ Sûresi 224-226.
47. Şuarâ Sûresi 227.
48. Şevki Dayf, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, I, 337.
49. Buhârî, VII, 107; İbn Mâce, II, 1236-1237.
50. Buhârî, VII, 107.
51. Müslim, II, 1768.
52. İbn Kuteybe, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ, s. 300.
53. İbn Hişâm, II, 9-43, 129-168, 254-273, 459-482.
54. Tirmizî, IV, 139.
55. İbn Kuteybe, eş-Şi’r ve’ş-Şuarâ, s. 80-82.
56. Şevki Dayf, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II, 46-53, 83-88; M. Nihad Çetin, “Şiir”, İA, XI, 530-542.
Kaynak: Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı – Prof. Dr. İbrahim Sarıçam