Peygamber Efendimizin (sas) isimlerine karşı, tarih boyunca millet olarak bizim sonsuz bir titizliğimiz ve eşsiz bir saygımız vardır. Çocuklarına onun ismini verenler, bu isme karşı gösterilmesi gereken edebin ihmaline karşı bir tedbir olarak “Muhammed”i eski harflerle aynen yazmışlar ama “Mehmed” olarak telaffuz etmişlerdir. Yine bu hassasiyetin bir sonucu olarak Osmanlı edebiyat geleneğinde Peygamberimizin (sas) ismi asla yalın olarak değil, muhtelif tazim ve hürmet ifadeleriyle birlikte anılmaktaydı. Söz gelimi, “Fahr-i Âlem, Fahr-i Kâinât, Seyyid-i Kâinât, Hâce-i Kâinât, Resûl-i Kibriyâ, Resûlü’s-Sekaleyn, Resûl-i Ekrem, Hâtemü’l-Enbiyâ, Server-i Enbiyâ, Seyyidü’l-Mürselîn, Rahmetün li’l-Âlemîn, Risâlet-Meâb, Zât-ı Risâlet, Nebiyy-i Muhterem, Sultânü’l-Enbiyâ, Mahbûb-i Âlem, Mahbûb-i Kibriyâ” gibi nice övgü sıfatlarıyla birlikte anılırdı. Asr-ı Saadet’te görülmeyen bu tutumun dinî bir gereklilik değil; bize özgü, kültürel, edebî ve zarif bir tavır olduğunu söylemeliyiz.
Hicaz, Osmanlı topraklarına katıldı. Kutsal Emanetler Yavuz Sultan Selim’e teslim edildi. (1517)