İsrail, geçtiğimiz günlerde İran’ın iç bölgelerine yönelik hava saldırıları düzenledi. Tahran ve İsfahan çevresindeki hedeflerde sivillerin, bilim insanlarının ve yetkililerin de aralarında olduğu çok sayıda kişi hayatını kaybetti. Saldırıya rağmen Batılı liderler ve medya, bu eylemi “meşru müdafaa” olarak savundu. ABD’li yetkililer, İsrail’in “yaklaşan bir İran tehdidini” önlemeye çalıştığını ileri sürdü.
Columbia Üniversitesi’nden Prof. Joseph Massad’a göre bu tutum, Batı’nın İsrail’e verdiği koşulsuz desteğin uzun bir tarihe dayandığını gösteriyor. İsrail, ne zaman saldırsa ya da işgal etse, Batı kamuoyunda hep “kendini savunan küçük bir ülke” olarak sunuluyor.
Massad, 1967’deki Altı Gün Savaşı’nın bu algının kırılma noktası olduğunu belirtiyor. Bu savaşta İsrail, Mısır, Ürdün ve Suriye’ye saldırarak Gazze, Batı Şeria, Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri’ni işgal etti. Batı medyası ve hükümetleri bu saldırıyı “hayatta kalma mücadelesi” olarak sundu. Oysa savaştan önce İsrail, yıllarca provoke edici eylemlerle bu işgali hazırlamıştı.
Örneğin 1966’da Batı Şeria’daki Samu köyü basıldı, 125 ev, okul ve sağlık ocağı yıkıldı. 1967’de İsrail, Suriye’ye ait topraklara girmek için çiftçiler ve askerleri sınırdan geçirdi, Suriye karşılık verince Şam bombalandı, 100 kişi öldü. Bu şekilde bir işgale zemin hazırlanıyordu.
1967 sonrasında Doğu Kudüs işgal edildi. İsrail sadece topraklara değil, hafızaya da müdahale etti. Asırlık mahalleler birkaç saat içinde boşaltıldı. 700 yıllık Mağribi Mahallesi, Yahudi ziyaretçiler Ağlama Duvarı’na rahat ulaşsın diye yerle bir edildi.
İslam vakıflarına ait mülkler, sinagog ve yerleşim projelerine dönüştürüldü. Arkeolojik kazılar bahanesiyle Müslümanlara ait birçok tarihi yapı yıkıldı. Batı, tüm bu kültürel tahribatı ya görmezden geldi ya da “modernleşme” olarak niteledi.
1967 sonrası İsrail, işgal ettiği topraklara Yahudi yerleşim birimleri kurmaya başladı. 1977’ye gelindiğinde sadece Batı Şeria’da 30’dan fazla, Gazze’de 4 yerleşim inşa edilmişti. Doğu Kudüs’e 50 bin Yahudi yerleştirilmişti.
Sinai’de 10 binden fazla Mısırlı göç ettirildi, köyler ve camiler yıkıldı. Golan Tepeleri’nden 100 binden fazla Suriyeli çıkarıldı. Gazze’den 1968’e kadar 75 bin Filistinli sınır dışı edildi. Batı, bu süreci de “barış karşılığı toprak” gibi sunarak meşrulaştırdı.
Massad’a göre Batı, İsrail’in saldırganlığına “medeniyetin zaferi” etiketiyle bakıyor. The Daily Telegraph, 1967 Savaşı’nı “medeniyetin zaferi” olarak tanımlarken, Le Monde, Avrupa’nın İsrail sayesinde “Holokost’un yükünden kurtulduğunu” yazdı.
Filistinlilerin yaşadığı zorunlu göç, köylerinin yıkılması, evlerinin yağmalanması ise bu söylemler içinde yer bulmadı.
İsrail, Batı’ya işgal ettiği toprakları “barış için koz” olarak tuttuğunu söylese de gerçekte bu bölgeleri ilhak etti. Doğu Kudüs’teki Filistinliler yerinden edildi, mülklerine el kondu. Buna karşılık, 1948’de Batı Kudüs’te el konulan Filistin mülkleri asla iade edilmedi.
İsrail yönetimi 1980’de Doğu Kudüs’ü resmen ilhak etti. Kazılarla Filistinli mahalleler yok edildi, tarihi yapılar “antik alan” adıyla yıkıldı, yeni yerleşimlerle demografik yapı değiştirildi.
İsrail’in işgali, sürgün politikaları, savaş suçları ve kültürel yıkımı karşısında Batı’nın çoğunlukla sessiz kalması, Prof. Massad’a göre modern kolonyalizmin bir yansıması. Batı, İsrail’in Filistinlilere yönelik her saldırısını “meşru müdafaa” olarak savunurken, Filistin direnişini “terörizm” olarak yaftalıyor.
Massad, makalesini şu cümleyle özetliyor:
“İsrail, kurbanlarını katlederken bile Batı tarafından bir mağdur olarak gösteriliyor. Bu yalnızca ikiyüzlülük değil, sömürgeciliğin modern yüzüdür.”