Bir an dur ve bak…
Kalabalıkların, telaşların, gündelik seslerin arasından bir adım geri çekil… Göğe bir kez daha bak, toprağa daha derin bas. Bir çiçeğin renginde, bir yıldızın parıltısında, toprağın kokusunda, bir damla suyun hayata değen kudretinde, rüzgarın tenine dokunuşunda O’nu hissetmeye çalış…
Çünkü her şey O’nu anlatıyor.
Sessizce konuşan bir hakikat var, yaratılışı, kudreti, rahmeti, birliği…
Kainat, bir kitap gibi önümüzde. Bütün güzelliğiyle Yüce Yaratıcının insanlığa ikramı. Tefekkür ve dua vesilesi. Görünen âlemden görünmeyen gayb alemine açılan bir kapı… Çevremizdeki her nesne ve zerre insana varoluşun hakikatini ve hikmetini gösteren birer ayet ve ibret vesikası… İnsana düşen ise bu muazzam yapı üzerinde düşünmek, Allah’ın azameti karşısında kulluğunu yalnız O’na hasretmek…
Bir gün Hz. Ömer’in oğlu Abdullah, Hz. Aişe annemizden Resûlullah’ta gördüğü en hayret verici şeyi anlatmasını ister. Bunun üzerine Hz. Aişe annemiz şu ibretli hadiseyi anlatır: Hz. Aişe’nin evinde geçirdiği gecelerden birinde Efendimiz Rabbine ibadet etmek iştiyakı duyduğunu söyleyerek kendisinden izin ister. Abdest alıp, namaza durur. Ardından Kur’an okumaya başlar Yüce Resul, hem okur hem ağlar. Öyle ki gözyaşları yeri ıslatır. Nihayet sabah namazını bildirmek üzere Hz. Bilal gelir Mescid-i Nebevi’ye. Allah Resulünü o halde görünce; “Ey Allah’ın Resulü, der, Allah senin geçmiş, gelecek günahını affetmiş olduğu halde ağlıyor musun?” Efendimiz gönülleri titreten şu cevabı verir: “Ben şükreden bir kul olmayayım mı? Nasıl ağlamayayım? Allah bu gece bana öyle ayetler indirdi ki bunu okuyup da üzerinde düşünmeyene yazıklar olsun.” (Buhârî, Teheccüd, 6.)
Acaba, Resûlullah’ın uykusunu bölen, şükür secdelerinde gözyaşları döktüren ve okuyup üzerinde düşünmemiz istenen bu ayetlerde ne söylenmekteydi? Haydi buyurun şimdi bu ayetlere kulak verelim:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde selim akıl sahipleri için elbette ibretler vardır. Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. “Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru” derler. (Âl-i İmran, 3/190-191)
Rabbimiz her an bizleri, muhteşem bir ölçü ve mükemmel bir düzenle yarattığı kâinatı okumaya çağırmakta. Gök kubbenin altında ve üstünde harika güzellikteki eserlerini görmeye, anlamaya ve onların yaratıcısına inanmaya davet etmekte.
Okuyabilenler için kainat kitabı muazzam deliller ve ayetlerle bezeli. Kainatı oluşturan milyonlarca sistemin şaşırtıcı bütünlüğü ya da varlıklar âleminin sergilediği göz alıcı estetik, Allah’ın varlığının, birliğinin, kudretinin, sanatının ve saltanatının eseri.
Kainata tefekkür gözüyle baktığımızda her biri emsalsiz olan sayısız nimetleri müşahede ederiz. Ayı, güneşi, dağı taşı, toprağı ağacı, çiçeği böceği, havası suyuyla eksikliği doldurulamaz kıymette nimetler emrimize amade kılınmıştır. Yüce Allah bu gerçeği bizlere şöyle haber vermektedir:
“Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi kendi katından bir nimet olarak sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.” (Câsiye, 45/13.)
Kur’an-ı Kerim her fırsatta akıl ve gönül ehline seslenir, insanı kevni ayetler üzerinde derin düşünmeye, yaratılışın sırrını idrak etmeye çağırır. Yedi kat sema, kandiller gibi ışıldayan yıldızlarla bezeli; rahat bir yatak gibi altımıza serilen yeryüzü, toprağın bereketi, bulutların rahmeti, zamanın ardı ardına gelen gündüz ve geceleri… Bunca güzelliğin kalbimize fısıldadığı hakikati duymaya gönlü kapalı olanlar, bu ihtişamlı saltanat içinde ilahi sanatkârı görmezden gelenler hakkında Rabbimiz ne çarpıcı uyarı ve ne güçlü ikaz ile şöyle buyurur:
“Biz gökleri, yeri ve ikisinin arasında bulunanları oyun olsun diye yaratmadık. Biz onları, ancak ve ancak gerektiği gibi, gerçek bir sebeple yarattık, ama insanların çoğu bilmezler.” (Duhân, 44/38-39)
“Allah’ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki menbâlara koyduğunu görmedin mi? Sonra onunla türlü renklerde bir ekin çıkarır, sonra onun olgunlaşıp sarardığını görürsün. Sonra da onu bir çöpe çevirir. Elbette bunda akıl sahipleri için bir öğüt vardır. .(Zümer, 39/21)
Ey insan…
Sana sunulmuş bu azametli âlem, yalnızca görmek için değil; düşünmek, hissetmek ve secdeyle cevap vermek içindir.
Yıldızların gecede attığı her parıltı, rüzgârın yaprağa dokunuşu, bir çiçeğin usulca açışı… Hepsi sana fısıldar: “Beni Yaratan’ı unutma.”
Kainat, suskun bir lisanla çağırır seni… Her köşesi ayetlerle dokunmuş, her zerresi hikmetle yazılmış bir ilahi mektup gibi…
Ve sen, bu kudretli kitabın okuyucusu, bu sanatın şahidi, bu nimetlerin emanetçisisin. Öyleyse;
Bakmakla yetinme; gör.
Görmekle yetinme; düşün.
Düşünmekle yetinme; şükret…
Ve ne mutlu o kalplere ki, her şeye rağmen hâlâ duymayı sürdürüyor göklerin sessiz çağrısını…
Ne mutlu, “Oku” emrine sadece kelimelerde değil, gökteki her ayette, yerdeki her hikmette muhatap olabilenlere…
Ne mutlu, varlığı var edenin izinden nasiplenip şükredebilenlere…