
Dil, yaşayan bir organizma. Tüm canlılar gibi her geçen gün değişiyor, dönüşüyor, büyüyor hatta ölüyor. Nitekim Latince gibi bazı diller artık ‘ölü’ olarak biliniyor. Dil üzerine çalışmalar yapan Akdeniz Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Cin ve Dr. Safiye Genç, Türkçenin ‘kullanılmayan’ kelimelerini de kayıt altına alıyor.
İdari yapıların olduğu gibi dilin de haritaları var. Dil haritası, diller ve dil öğelerinin harita üzerinde dağılımlarını gösteriyor. Şehir, kasaba isimleri yerine o bölgede kullanılan dil öğeleri yerleştiriliyor. Böylece ‘kelime haritaları’ ortaya çıkıyor. Dr. Genç, “Dil haritaları sadece kelimelerden değil, dile has diğer öğelerden de oluşabilir. Örneğin bir sesin farklı telaffuzlarından, morfolojik eklerin varyantlarından, söz dizimsel özelliklerin çeşitliliğinden de dil haritaları oluşturulur” diyor. Bu çalışmalar, dilin zenginliğini, bölgesel ve coğrafi dağılımı ve sınırlarını da gösteriyor. Ek olarak dil öğelerinin yayılım sınırlarını, bölgesel ağızların kullanımını göz önüne seriyor. Dil sınırları ise harita üzerinde izoglos (eş dil sınır çizgisi) adı verilen çizgilerle gösteriliyor.

Prof. Dr. Cin ise ‘kayıp’ ifadesinin kelimeler için doğru olmadığına dikkat çekiyor. Cin, şunları söylüyor:
“Her dilde mutlaka günümüze kadar gelmeyen kelimeler vardır. Dilbiliminde kayıp değil, ölü diller ya da yaşayan bir dilin ölü/kullanılmayan kelimeleri vardır. Bunları sözlüklerde ve eski vesikalarda bulabiliriz. Az kullanılan kelimeler vardır. Bunlar halkın sözlü edebiyatında (türkü, masal vs.) karşımıza çıkar. Günümüzde kullanılmayan kelimelere, sözcük biliminde ‘arkaik’kelimeler denir. Arkaik kelimeler aslında her an can bulabilirler: Ünlü bir kişi tarafından tekrar kullanıldıklarında ya da medyada dile getirildiklerinde, yeni keşif, buluş ve durumlara isim arandığında kendilerinden faydalanılabilir. Genelde ölü bir dil olan Latincenin kelimeleri bu amaçla tekrar canlanabilmektedir. Diller, dönemin ihtiyacına göre, sürekli yeni kelimeler de türetirler. Bir dilin konuşucusu olduğu sürece, kelimeleri doğar, ölür, ses ve anlam değişimlerine uğrar.”

Türk dilinin bilinen ilk yazılı metinleri Orhun Yazıtları (Köktürk Kitabeleri) Türkçenin tarihi ve gelişimi açısından oldukça önemli bir yere sahip. Ancak aradan geçen yüzyıllarda Türkçe ile milyonlarca eser verildi. Dr. Genç, “20’nci yüzyılın ilk çeyreğinden başlayıp bugüne kadar devam eden dönemin ‘Yeni Türkçe’ olarak ifade edildiğine dikkat çekiyor. Türk lehçeleri ya da modern Türk yazı dilleri olarak nitelenen Türkiye Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Yakutça, Çuvaşça gibi dillerin kendine has grameri bulunduğunu kaydeden Genç, yazı dile ile konuşma dili arasında da farklılıklar olduğunu ifade ediyor. Türk Dil Kurumu (TDK) tarafından 1932-1934 ve 1952-1959 yıllarında yapılan derleme çalışmalarının neticesinde Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü adıyla 12 ciltlik bir eser ortaya çıkarıldığını anımsatan Genç, “Bazı doktora çalışmalarında tarihi metinlerin söz varlığı ile Türkiye Türkçesi ağızlarının sözvarlığı karşılaştırıldı ve söz varlığının birebir örtüştüğü görüldü” diyor.

Cin ve Genç’in, ‘Türkiye Türkçesi Ağızlarında Domates, Kedi, Patates Kelimeleri ve Bir Kelime Haritası Denemesi’ çalışmasında ilginç örnekler de bulunuyor. Kedi kelimesinin Türkçede ilk olarak 11’inci yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lufat-it Türk iserinde ‘çetük’ olarak geçtiği görülürken, farklı bölgelerde kedi için onlarca farklı kelime kullanılıyor. Muş, möşük, mışık, bişik, pişik, pis pis, pistan, kişdik, mırmırık bunlardan bazıları. Aynı şekilde bugün patates kelimesi üzerinde uzlaşılmış görünse de farklı bölgelerde patates için yüzyıllardır hartap, gordoş, bacansor, baduka, kumpur, kümpür, longur, tenbilik, yeryumurtası gibi isimler de kullanıldı ve kullanılıyor. Domates ise domat, firingi, kavanez, dongurak, gafete, hülek, maniya, tevris, tıhıl, lollik gibi çok farklı isimlerle de bölgesel olarak bilinip isimlendirilmeye devam ediyor.

Bölgesel farkları doğal dil değişimi, aynı dili konuşan gruplar arasındaki yaşanılan ayrılıklar, göçler, doğal bariyer olarak dağlar, göller, nehirler, toplumdaki meslek grupları, dini gruplar, prestijli görülen gruplar, farklı dillerle temas gibi etkenlerle ortaya çıkıyor. Örneğin Türkiye Türkçesi ile Kazakistan Türkçesi arasında göçler nedeniyle oluşan ayrılık, coğrafi farklılık, zaman içinde Rusça ve Arapça gibi dillerin etkileriyle kelimelerin farklılaşması gibi…

Dr. Genç, yerel ağızdaki bu kelimeleri korumanın önemli olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyor:
“Sadece kelimeleri ve adlandırmaları değil, dilin farklı bir varyantı olan ağızları korumak çok önemlidir. Ağızlar bir bölgenin manevi olarak kültürel ve tarihsel mirasıdır. Ölçünlü (genel kuralları taşıyan) dil, sadeleştirme/kurallaştırma yoluyla oluşturulduğu için tüm ağızların özelliklerini taşımaz. Ağızlar ise ölçünlü dilin varyasyonları olarak dilin tüm renklerini taşır ve yansıtırlar. Örneğin Türk diline has bazı sesler, ölçünlü dilde bulunmazken ağızlarda kullanılmaya, dolayısı ile yaşamaya devam ediyor. Dilbilimciler, ağızların değişim ve gelişimi üzerinden bir dilin yapısını, akrabalıklarını, tarihi gelişimini ortaya koymaya çalışırlar. Dili korumak için öncelikle ağızlara ve şivelere karşı olan önyargı kırılmalıdır. Filmler, sosyal medya, fikir önderleri vs. aracılığı ile ağızlar ve şiveler alt sınıf, taşra, cahil, eğitimsiz konuşma şekli olarak zihinlere yerleştirilmiş durumda. Bu denli yerleşmiş bir önyargının kırılması zordur ve zaman ister. Ağızlara önem verilmesi, ‘köylü konuşması’ olarak küçümsenmemesi gerekir.”

Prof. Dr. Cin ise dili korumak için yapılması gerekenleri şöyle özetliyor:
“Türküler ağız özellikleri taşırlar. Çocuk ve gençlerimize türküleri öğretmek ağız zenginliğini korumanın en kolay ve eğlenceli yoludur. Aile içi aktarım, diğer bir yoldur. Günlük konuşmada ağız konuşucuları sahip oldukları dil çeşitliliğini bilinçli olarak kullanmalı, çocuk ve gençlere öğretmelidir. Çocuğun ölçünlü dili güzel ve etkileyici konuşmasını, ağız konuşması engellemez. Tam aksine, dil bilincini arttıracağı için ölçünlü dildeki zengin ifade yeteneğini geliştirecektir. Çocukların hikayeleri, piyesleri ve türküleri ağızlar ile gerçekleştirmesi ders projesi olarak haftalık programlara eklenebilir; ağız ve şive atölyeleri (şive ile oyun, masal okuma, şiir okuma gibi. Bunun örneklerini birçok ülkede görebiliyoruz. Ağız/kelime zenginliğini koruma konusunda yerel dernekler en etkili unsurlardan birisidir. Bilim alanlarında kelime türetilmesi gerektiğinde öz Türkçeden türetilmesi de önemlidir. Kelime türetirken yeni kelimeyi oluşturabilecek ögelerin Türkçenin ağızlarında da aranması gerekir. Ağız varlığı ve ağızlardaki söyleyiş ve anlam çeşitliliğinin tespit edilmesi, kayda geçilmesi ve sözlüklere girmesi, kültür politikalarında bu alana önem verilmesi gerekir.”