Barbar İsrail’in büyük bir soykırım yaptığı yerin merkezi Gazze, aylardır dünyanın gözü önünde, bombalarla ve açlıkla kuşatılmış bir şehir. Yıkıntılar, mezarlara dönüşmüş evler, sessizleşen sokaklar… Ama en büyük sessizlik, gerçeğin sesi susturulduğunda ortaya çıkıyor.
Bu topraklar, yabancı basına kapalı; uluslararası muhabirler giremiyor. Geriye, hayatını riske atarak dünyaya tanıklık taşıyan yerel gazeteciler kalıyor. Ancak onlar da artık yalnızca haber değil, kendi hayatta kalma mücadelesini yazıyor.
Geçtiğimiz günlerde bu sessizliğin en güçlü seslerinden biri susturuldu. Al Jazeera muhabiri Enes Şerif, Şifa Hastanesi önündeki basın çadırına düzenlenen İsrail saldırısında şehit oldu. Yanındayer alan Muhammed Kurayka, İbrahim Zaher, Mömen Aliwa ve Muhammed Noufal da hayatını kaybetti.
Filistinli yetkililere göre, 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de 238 gazeteci ve medya çalışanı öldürüldü. Bu, modern tarihin en ölümcül çatışma sahasını tanımlıyor. Uluslararası basın özgürlüğü kuruluşları ise bu ölümlerin büyük bölümünün doğrudan hedef gözetilerek gerçekleştiğini raporluyor.
Enes Şerif, Gazze’nin kuzeyindeki Cebaliye Kampı’nda doğdu. Çocukluğu, gökyüzünden yağan ateşin altında geçti. Ailesi defalarca tehdit edildi, evi vuruldu, arkadaşları sahada şehit düştü. Ama o, “Durmak ihanettir, susmak suçtur” diyerek haber yapmayı sürdürdü.
Her yayınında, yalnızca bir olayı değil, aynı zamanda Gazze’nin hafızasını kayıt altına aldı. İsrail ordusunun açık tehditlerine rağmen, bombalanmış hastane koridorlarında, yıkılmış okulların önünde, açlıkla boğuşan ailelerin yanında mikrofon tuttu.
Son mesajında, vasiyetini dünyaya bıraktı:
“Eğer bu sözler size ulaşırsa, bilin ki katil İsrail sesimi susturdu, beni şehit etti.
Zincirler ve sınırlar sizi susturmasın… Gazze’yi unutmayın.”
Gazze’de gazetecilere yönelik saldırılar, savaşın kaotik gürültüsü içinde tesadüfi olaylar gibi gösterilse de sahadaki tablo bunun çok daha planlı bir stratejiye işaret ettiğini kanıtlıyor. Enes Şerif’in ölümü, bu zincirin yalnızca son halkası. Ondan önce de pek çok tanınmış isim, benzer bir senaryonun kurbanı oldu.
Al Jazeera’nın Gazze Bürosu Şefi Vail ed- Dahduh, saldırıların en tanık olmuş isimlerinden biri. 25 Ekim 2023’te eşi, oğlu, kızı ve torunu, evlerine düzenlenen hava saldırısında hayatını kaybetti. Dahduh yaralandı ama çalışmaya devam etti. Aylar sonra bu kez oğlu Hamza Dahduh, sahada haber peşindeyken hedef gözetilerek vuruldu.
Bir başka çarpıcı örnek, İsrail ordusunun açıkça tehdit ettiği ve kısa süre sonra şehit edilen Rushan Abu Aouf. Tehdit telefonlarının ardından gelen nokta atışlar, hedef almanın kasıtlı boyutunu gözler önüne seriyor.
Kameraman Fadi el-Vahidi ise ağır yaralandıktan sonra uluslararası tahliye çağrılarına rağmen Gazze dışına çıkarılamadı. Tıbbi yardım geciktirildi ve günler içinde hayatını kaybetti. Uluslararası kuruluşlar, bu tür vakaların “dolaylı infaz” anlamına geldiğini belirtiyor.
Bu örnekler, İsrail’in yalnızca savaş alanındaki hedefleri değil, gerçeği kaydeden tanıkları da sistematik biçimde susturduğunu gösteriyor. Basın çadırlarının koordinatlarının önceden bildirilmesine rağmen vurulması, “PRESS” yazılı yeleklerin artık koruma değil, hedef işareti haline gelmesi ve sahada görev yapan gazetecilerin ailelerine yönelik tehditler, bu politikanın araçları arasında yer alıyor.
Bu saldırıların rastlantı olmadığı, uluslararası raporlar ve sahadaki tanıklıklarla netleşiyor. Barbar saldırıların ana amaçları şöyle tanımlanıyor.
Öncelikli olarak gazetecileri hedef alarak tanıklığı ortadan kaldırmak isityor İsrail. Zira görüntü ve haber akışının kesilmesi, sivillere yönelik saldırıların belgelenmesini engelliyor. Kamera sustuğunda kanıt da zayıflıyor.
Böylece uluslararası tepkiyi geciktirmeyi sağlayabileceğini düşünüyor barbar İsrail yönetimi. Zaten yabancı basın içeri alınmıyor, içerideki yerel muhabirler susturuluyor. Böylece, yaşananlar dış dünyaya geç ulaşarak tepki potansiyeli azalıyor.
En büyük hedef ise, psikolojik baskı kurmak. Gazeteciler üzerinden topluma korku verilerek, sivil direniş kırılmak isteniyor. “Basın” yazılı yeleğin artık kalkan değil, hedef olması bu stratejinin en açık göstergesi.
Diğer yandan Enes Şerif’in ölümü ve Gazze’de gazetecilerin sistematik biçimde hedef alınması, yalnızca Filistin’de değil, dünya genelinde tepkilere yol açtı. Uluslararası basın kuruluşları ve insan hakları örgütleri, yaşananların artık münferit olay değil, planlı bir strateji olduğunda birleşiyor.
Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), 7 Ekim 2023’ten bu yana Gazze’de öldürülen 238 gazetecinin büyük çoğunluğunun doğrudan hedef gözetilerek vurulduğunu açıkladı. CPJ Başkanı Jodie Ginsberg, “Bu ölümler, savaş alanındaki riskin ötesinde, kasıtlı bir susturma politikasının göstergesidir” dedi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF), Enes Şerif’in öldürülmesini “soğukkanlı bir infaz” olarak tanımladı. RSF Genel Sekreteri Christophe Deloire, “Basın çadırının koordinatlarının önceden bildirilmiş olmasına rağmen vurulması, İsrail ordusunun gazetecilere yönelik niyetini açıkça ortaya koyuyor” ifadelerini kullandı.
BM İnsan Hakları Ofisi (OHCHR), Gazze’de gazetecilerin kasıtlı olarak hedef alınmasının uluslararası hukuka aykırı olduğunu ve “savaş suçu” teşkil edebileceğini açıkladı. BM Özel Raportörü Francesca Albanese, sosyal medya hesabından “Gazze’de susturulan her ses, insanlığın hafızasından silinmeye çalışılan bir gerçektir” dedi.
Uluslararası Af Örgütü-İnsan Hakları İzleme Örgütü
Uluslararası Af Örgütü ve İnsan Hakları İzleme Örgütü, ortak yayımladıkları bildiride gazetecilere yönelik saldırıların sivillere karşı yürütülen daha geniş ölçekli saldırıların parçası olduğunu belirtti.
Arap basını, olayı “Gazze’nin sesi susturuldu” başlığıyla duyurdu. Al Jazeera Arabi, Şerif’in ölümünü “İsrail’in basına karşı yürüttüğü savaşın yeni bir kanıtı” olarak yorumladı. El-Kuds, “Bu bir ölüm değil, hakikate karşı işlenmiş bir cinayettir” manşetiyle çıktı.