Müzik sektörünün en önemli sorunlarından biri, hiç şüphesiz telif hakları. Son yıllarda bu önemli sorun hakkında önemli ilerlemeler sağlandı. Onlardan biri de geçtiğimiz günlerde, Kültür ve Turizm Bakanlığı nezdinde bir araya gelen müzik meslek birlikleriyle, gastronomi meslek birliklerinin telif hakları konusunda, tarihi olma niteliğindeki anlaşmayı imzalamaları oldu.
Müzik meslek birlikleriyle, gastronomi meslek birliklerinin tarihi imza törenine Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da katıldı.
Bir diğer büyük sorun ise son yıllarda yaşanan üretim sorunu. Daha doğrusu kaliteli şarkı üretiminde yaşanan sorun.
Cengiz Erdem
Avrupa Müzik’in sahipleri Cengiz Erdem ile Deniz Erdem’e göre; kötü şarkıların ortaya çıkmasının nedeni, iyi şarkı üretiminde azalmaya yaşanması. Şöyle; iyi şarkı üretimi azalınca, oluşan boşluğu doldurma adına kötü şarkıların yayınlanma oranı artıyor.Öyle ki CİMER’e (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) şikâyet edilen şarkılar bile oldu.
Peki, iyi şarkı üretimi neden azalıyor?
Deniz Erdem
Avrupa Müzik’in ortakları; Cengiz Erdem ile Deniz Erdem, yaptığımız röportajda; iyi şarkı üretiminin neden azaldığını etraflıca anlattı. Erdem kardeşler, bununla birlikte müzik sektörünün temel sorunlarından söz etti. Röportaj sırasında dikkatimi en çok çeken konulardan biri de, telif hakları konusunda sektörün, yılda yaklaşık 300 milyon dolar kaybettiğini öğrenmek oldu.Söz yazarından, besteciye; yorumcudan, yapımcıya kadar onbinlerce kişi güncel kurla yılda; 11 milyar 400 milyon liradan mahrum oluyor. Bu büyük sorunun çözümü, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın öncelikli çalışmaları arasında bulunuyor. Yukarıda da sözünü ettiğim ‘Tarihi imza’, bu sorunun çözümü adına atılan çalışmalardan biri…Şaşırdığım bir diğer bilgi de şarkıların dinlenme sayılarında sahtekârlık olabileceği. Soyal medyada takipçi ve beğeni sayısı alınabildiği gibi dinlenme sayısı da satın alınabiliyormuş.
ŞARKILARIMIZIN % 60’I YURT DIŞINDA DİNLENİYOR
• Dijitalleşme ve yapay zekâ, müzik sektörünü nasıl etkiliyor? Müzik sektörü, şu anda ne durumda?
Müzik sektörü, kaset / CD döneminde çok iyi zamanlarındaydı. Sonra 2000’li yılların başlarında ve 2010’lu yıllarda düşüşe geçti. Çünkü Türk müziği gelişen teknolojiye ayak uyduramadı. Bunun en büyük nedeni de kanunlar. Türkiye’deki kanun maalesef çok eski bir kanun, gelişen teknolojiye revize edilmiş bir kanun değil. Bu kanun da oturmadığı için Türk müziği dijital sektöre sancılı bir şekilde girdi. Özellikle 2005 ila 2015 arasında yaşadığımız durgunluk bugün artık yukarıya doğru bir ivme kazandı. Şu an sektör iyi gidiyor. Meslek birlikleri lisanslamaları doğru yaptığı gibi dijital dünyada da plak şirketleri güzel kazançlar elde etmeye başladı. Ve artık Türk müziği dünyada da itibar görüyor. Çünkü yapılan şarkıların % 60’ı yurt dışında dinleniyor. Bir eseri dinleyen kişi sayısı, kaset ve CD zamanında % 5’ti ve yurt dışı dinlenmeleri özellikle Almanya’dan geliyordu. Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinden milyarlarca dinlemeler geliyor. Bu da Türk müziğinin Türkiye’deki oranına göre; % 60’larına geldi. % 60 dünyada dinleniyor, % 40 Türkiye’de dinleniyor. Bu kadar büyük bir pazar payına sahip oldu.
“BAKANLIK ÇOK ÇABALIYOR”
• Bu durum, dijitalleşmenin etkilerinin bir sonucu mudur?
Tabii… Kesinlikle dijitalleşmenin etkisi ama bu kazanca çok fazla dönüşemiyor. Dinlemeler çok artıyor ama kazanca dönüşmesi için bekleyen kanunlar var, onlar hâlâ meclisten geçmedi. Meslek birlikleri, eser sahipleri ve plak şirketleri olarak da oturup bir şekilde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın birlikteliğinde bir kanun çalışmasını dört dörtlük yapamadık. Şu an yapılıyor ve iyi de gidiyor ama bu dört dörtlük değil. Bakanımız ve telif hakları genel müdürümüz sağ olsunlar inanılmaz çaba sarf ediyor. Bunun bir an önce bitmesi için çok çabalıyorlar. Çünkü bu eksikle dünyadaki bir iki ülkeden bir tanesiyiz. Zaten onun dışında dijital dünya çok iyi gidiyor. Bir de bu kanunlardan dolayı şarkılarımızın en önemli problemi bize ait olan eserlerin yabancı ülkelerdeki kişiler tarafından hak sahibi olunması ve şarkıların gelirlerinin onlara gidiyor olması. Burada kanunlar tam oturmadığı için yurt dışındaki bazı kendini uyanık zanneden insanlar tarafından aslında bizim ürettiğimiz şarkılar, kendi üzerlerine kaydedilmiş durumda o yüzden kanuna çok ihtiyaç var.
• Tam olarak anlamak için soruyorum; örneğin Göksel bir şarkı seslendirdi ve yurt dışında da dinleniyor. Onun geliri kime gidiyor?
Onun geliri buraya geliyor. Hem eser sahibine hem Göksel’e hem de plak şirketine geliyor. 1987’de Türkiye Cumhuriyeti’nde kayıt tescil belgesi dediğimiz şey çıktı. “Bundan sonra çıkan albümler, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kayıtlarında kayıt tescil belgesi ile yer alacak” dediler. O günden sonra başladı ve devam etti ama sanki Türkiye Cumhuriyeti 1987’de kurulmuş gibi bir durumla karşı karşıya kaldık.
• Peki 1923’ten 1987’ye kadar üretilen şarkıların gelirleri kime gidiyor?
Onların gelirlerini plak şirketleri olarak almaya devam ediyoruz ama bazen hukuksal problemler yaşıyoruz. Devlet, bununla ilgili herhangi bir kanun çıkarmadığı için bazen yurt dışından birisi, “Bu şarkı benim” deyip sanatçıların eserlerini kaydedebiliyor. Biz onlarla mücadele edebilmek için “Hayır, bu eser sana ait değil. Türkiye’deki şu plak şirketine ait” diyoruz. Bununla ilgili belge gönderdiğiniz zaman onlar da “Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda böyle bir kayıt yok” diyorlar. Çünkü Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1987’den sonra bu kaydı vermeye başlamış. Öncesindeki dönemle ilgili bir çalışma yapılmamış.
“SAYIN CUMHURBAŞKANIMIZA SÖYLEDİM”
• Bu bir sorun değil mi?
Çok büyük bir sorun. Ben sorunu, Sayın Cumhurbaşkanımıza söyledim. “İlgileneceğiz” dedi.
• Örneğin ‘Hangi Rüzgar Attı Seni’, 1987’den önce bestelenmiş. Bu şarkıyı yurt dışından herhangi biri üstüne geçirmiş olabilir mi?
Olabilir tabii… Böyle çok örnek var. “Bu eser benim” deyip kaydediyorlar.
Cemal Sâfi’nin sözlerini yazdığı ‘Hangi Rüzgâr Attı Seni’yi Suphi İdrisoğlu besteledi.
• İtiraz da olmadığı için…
İtiraz oluyor, zaten mesele de burada. “Bu şarkı bize ait” diyerek itiraz ediyoruz. İtiraz olarak ne göndermemiz lâzım? Elimizdeki sözleşmeleri ya da Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verdiği eser işletme belgesini göndermemiz lâzım. Türk müziği, plak şirketleri ve eser sahipleri 1987’den beri Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olduğu için bakanlığa resmi evrakını göndermemiz lâzım ama 1987 öncesi herhangi bir çalışma yapmadığı için biz göndermek istediğimiz evrakları tam olarak gönderemiyoruz çünkü kanun bizi korumuyor. Korumadığı zaman bu sefer yurt dışında o kişiyle ilgili dava açmak zorunda kalıyorsun. Dava masrafları yüksek. Bazen YouTube’daki yazışmalarla ve YouTube’un bizim gönderdiğimiz evrakları kabul etmesiyle, inanmasıyla veya yeterli olarak görmesiyle kapatabiliyoruz ama bitmiyor.
“SÜREKLİ BUNLARLA MÜCADELE EDİYORUZ”
• Kültür ve Turizm Bakanlığı o konuda çok çalışıyor. Yurt dışına kaçırılan eserleri, şimdi geri alıyoruz. Aslında bunlar da müzik sektörünün kaçak eserleri değil mi? Bunu yapanlar şirketler mi yoksa kişiler mi?
Tabii… Kültür hazinemiz olan eserler şu anda yurt dışında başkaları üzerine kaydedilmiş durumdalar. Bunu genellikle bireysel olarak yapıyorlar. Bireysel yapıp bir şirket üzerinden dağıtıyorlar. Özellikle Rusya, Polonya, Macaristan ve Sırbistan’da çok fazla var. Bunlar gidiyor, bunları yapıyor. Sonra sen, o şarkıyla ilgili 7 – 8 ay mücadele veriyorsun. O 7 – 8 ay boyunca bunun geliri onlara gidiyor. 7 – 8 ay sonra eğer kazanırsan kaldığın yerden devam ediyorsun. Bizim Avrupa Müzik’te üç avukat var, bir de yurt dışında avukatımız var. Sürekli bunlarla mücadele ediyoruz ama zorlanıyoruz. Mücadele edemeyen çok şirket var.
“YABANCI SERMAYE GELMİYOR”
• Ortalama bir yıllık kayıp ne kadardır?
Türk müziğinin kaybı yıllık 300 milyon dolardan fazla. Bu sadece eserlerle ilgili değil, şu andaki sistem, dijital kanunu doğru düzgün uygulayamadığı için yabancı sermaye de gelmiyor. Yabancı sermaye, Türkiye’de yatırım yapmıyor. Bu eserleri koruyan bir kanun olmadığı için buraya sermaye yatırmak istemiyorlar.
“ÜRETİM AZLIĞI, KÖTÜ ŞARKILARIN ORTAYA ÇIKMASINA NEDEN OLUYOR”
• Gelseler nasıl katkıları olabilir?
Ne kadar sermaye girerse müzik sektörü o kadar çok üretim yapacak ve daha sağlıklı şarkılar dinleyeceğiz. Gördüğünüz gibi özellikle son 5 yılda inanılmaz kötü şarkılar çıkmaya başladı ve insanlar o şarkıları dinliyor. Sebebi şu; yeni şarkı çıkmıyor, insanlar kanundan dolayı yeni albümlere çok büyük sermayeler yatırmak istemiyorlar. Doğru düzgün bir kanun yok. Aldığınız bir arsayı düşünün, devlet size tapu vermiyorsa siz oraya büyük bir bina yapar mısınız? Yapmazsınız, tapusunu istersiniz. Sizi koruyan bir şey olması lâzım. Bizi koruyan da kanun. O kanun olmadığı için son 5 – 6 yılda özellikle müzik sektöründe iyi müzik üreten firmalar ve sanatçılar üretmemeye başladı veya azalttılar ama bu arada kötü müzik yapanlar kötü yaptıkları için çok ucuz rakamlara üretimler yapıp onları piyasaya sunuyorlar. Başka şarkı olmadığı için insanlar onları dinlemek zorunda kalıyor ve hepimiz o şarkılardan rahatsızız.
• CİMER’e şikâyet edilen şarkılar oldu. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, şikâyet üzerine bazı şarkılara erişim engeli getirdi…
Haklılar… Bunun sebebine bakmamız lâzım… Bunun sebebi bildiğimiz sanatçıların hiçbirisi o büyük projelerle albümler yapmıyor. Plak şirketleri de böyle bir ödeme yapamadığı için yapmıyor. Ne yapıyor? Biz mesela yılda yüz albüm üreteceksek otuz tane üretiyoruz.
• Kötü şarkıların çıkmasının nedeni iyi şarkıların olmaması mı?
Evet, iyi şarkılar iyi masraflarla, ciddi rakamlarla meydana geliyor. İnsanlar, bu rakamı harcayıp sonra karşısında onu koruyan kanun maddeleri olmayınca otomatikman geri çekiliyor.
• ‘Aslanların olmadığı yerde çakallar, kendini aslan hisseder’ gibi bir durum…
Evet, şu andaki durum bu. Yine de Türkiye’de buna rağmen çok iyi şeyler oluyor. Çünkü başarılı bir bakanımız var. Bizim derdimizden anlıyor. Sayın Mehmet Nuri Ersoy’u gerçekten takdir ediyorum. Konuya çok hâkim. İnanılmaz becerikli bir insan. Her şeyi biliyor, bu alandaki her bilgiye sahip. Bu kanunları nasıl toparlarız diye bizimle birlikte konuşan bir bakan olması çok güzel. Çok uzun zamandır böyle bir bakan gelmemişti. Telif Hakları Genel Müdürü Sayın Erkin Yılmaz da aynı şekilde çok iyi çok bilgili birisi. Bizim için bunlar şans tabii ama zamanla da yarıştığımız için bir an önce bir araya gelip bunları hayata geçirmemiz lâzım. Konuşuyoruz…
Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy
“SAVCILIĞA SUÇ DUYURUSUNDA BULUNDUK”
• Kaset ve CD döneminde platin plak ödülü ve altın plak ödülü vardı. O zamanlar, 3 – 5 milyonluk fiziki satışlardan söz ediyorduk. Hangi şarkıların çok dinlendiğini de öyle anlardık. Şimdi bir şarkının çok dinlendiğini sadece dijital platformlardaki rakamlardan mı anlamalıyız? Tek kriter bu mudur?
O rakamlar da doğru değil. Artık o kadar abartmışlar ki dünya listelerine giriyorlar. Senin benim bilmediğim bir şarkı dünya listesine giriyor. Artık komedi durumuna geldi. Biz hatta bir – iki sanatçıyla ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunduk. Bunları yaparken aslında diğer sanatçıların hakkından da çalıyorlar. Dünyadaki o verilere sahip olduğu zaman meslek birliklerinden de bir havuzun içindeki paydan da yüzde aldıkları için, yüzdeyi artırıp buradan bir pay alıyorlar.
“FAKE KULLANIMLA DÜNYA LİSTELERİNE GİRİYORLAR”
• Dünya listesine nasıl giriyorlar?
Bunlar tamamıyla yazılımlarla yapılıyor. Ben 16 yıldır Müzik Yapımcıları Meslek Birliği’nin başkan yardımcılığını yapıyorum. 25 yıldan fazladır da müzik şirketi olarak sektörün liderlerinden biriyiz. Açıkça ve net olarak söylüyorum, çok aleni bir şekilde ‘fake kullanım’ dediğimiz dinlemeler var.
• Bu işi, şarkıyı seslendirenler yapıyor değil mi?
Genelde sanatçı yapıyor, plak şirketi değil… Bunu yapan plak şirketleri de var ama köklü, saygın plak şirketleri bunu yapmaz. Sanatçı; yanındaki menajeriyle, basın danışmanıyla ya da birkaç arkadaşıyla beraber şarkı çıktığı zaman yapabiliyor. Zaten bazıları o kadar zekâ özürlü kişiler ki daha şarkı çıkmadan, “Hazırlayın sayaçları, yarın bilmem kaç milyon olacak” diyor. Daha şarkı çıkmamış ama milyondan söz ediyorlar.
• O zaman bu, sosyal medyadaki sahte takipçi ve sahte beğeni – yorum sayısına benziyor?
Bu daha abartılmış bir şekilde yapılıyor. Bunlar fazla gelir de üretmiyor. Bunlar tamamen fake olduğu için zaten Spotify gibi YouTube gibi yerlerde yapay zekâ bunu anlıyor ama sayılar da kalıyor. Rakamsal olarak çok fazla fark etmiyor.
“BORSA NEDENİYLE SAHTEKÂRLIĞIN ÜZERİNE ÇOK DÜŞMÜYORLAR”
• Sahtekârlık olduğunu öğrendikleri zaman engel olmuyorlar mı?
Engellemeye çalışıyorlar ama bana kalırsa onlar da çok fazla üstüne düşmüyor. Çünkü bunların hepsi borsaya açık şirketler. Bunlar için veri çok önemli. Dinlenme sayısı ne kadar artarsa onlar da “Geçen sene şu kadar dinlenmemiz vardı, bu sene bu kadar dinlenmemiz oldu” diyorlar. Türk müziği, Türk kültürü için acı olan şu; iyi şarkılar da bunların aşağısında kalıyor. 20 tane buna benzer ahmak fake dinlemelerle şarkılar yapıyor ve listelerde yukarıdalar. İyi sanatçıların, o sevdiğimiz sanatçıların şarkıları, ilk yirmiye bile giremiyor ve aşağıda kalıyor. Üstündeki bütün şarkılar boş. Bu doğru değil. Dinleyici de ona ulaşamıyor. Yani siz bir haber düşünün, Google’da haberi arıyorsunuz ama diyelim ki haber sekseninci sayfada, siz zaten onuncu sayfadan sonra o haberin olduğu sayfaya gitmezsiniz. İyi şarkı da listelerdeki şarkılardan aşağı inene kadar yirmide, otuzda duruyor. Önüne yoğunluk kurarak, bariyer kurarak dinleyiciyi engelliyorlar.
Göksel
• Şarkıcılar, bu durumdan nasıl etkileniyorlar? Örneğin Göksel, şarkı yapıyor ama otuzuncu sırada ve önüne bariyer konulduğu için az ulaşılıyor veya hiç ulaşılamıyor. Bu durum Göksel’in psikolojisini nasıl etkiliyor?
Sanatçılar artık bunlara alıştı. Sanatçı; “Dinleyicilerimiz, zaten neyin iyi olduğunu neyin kötü olduğunu biliyor” diyor. Onun dinleyicisi bir şekilde buluyor. Gönül ister ki böyle olmasaydı. Buna bir önlem alınsaydı. Çünkü bu tip şeyler üçüncü dünya ülkelerinde var. Karmaşık ve illegal dinlemeler dediğimiz şeyler bizim ülkemize yakışır şeyler değil. Dinleyicinin önüne bunlar konulduğu için onlar da dinlemek zorunda kalıyorlar. Bizim halkımıza da yazık, günah. Dinleyiciler, iyi müziğe ulaşmak istiyor. YouTube’u açıyor iyi müzik dinleyeyim diyor. Bakıyor ki önerilenlerin hiçbirinde iyi sanatçılar yok. Dijital platformlardaki diğer listelere bakıyorsunuz, aynı şekilde. O yüzden bunun ancak ve ancak hukuki boyutlarının, hukuki yaptırımlarının olması lâzım ki bunlar rahat yapılamasın.
• Yabancı menşeili dijital platformların bu duruma bakışı nasıl?
Yabancı şirketler önlemeye çalışıyorlar ama çok da önlem almak istemiyorlar. Çünkü sayılar arttıkça, bunu kendileri için bir veri olarak görüyorlar.
• Müzik sektörü için sonuç ne olur?
Ben başında da söyledim, Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, çok iyi. Bakanımızın bu işi Bir – iki seneye kalmadan çözeceğine inanıyorum. Çok pratik. Konuyu o kadar iyi biliyor ki senden benden daha iyi biliyor. Aynı şekilde telif hakları genel müdürü de aynı şekilde biliyor. Bildikleri için rahatız. “Bunlarla ilgili neler yapabiliriz?” diye defalarca toplanıyoruz. Ben artık yakın zamanda, bu yakın zamanın da bir yılı geçmeyeceğine inanıyorum, bu böyle sürmeyecek kanun maddesi çıkacak ve meslek birlikleriyle sanatçılar ve Türkiye müziği düzgün, eski günlerdeki gibi bir yapıya sahip olacak.
“YILLIK GELİRİMİZ 1 MİLYAR DOLARA ULAŞABİLİR”
• Bir yılda üretilen kaliteli şarkı sayısı yeterli değil. İyi şarkı sayısını artırmak için kötü şarkıların ortadan kalkması lâzım. Onun dışında neler yapılabilir?
Sadece bu… Bakın nasıl biliyor musunuz? Öyle gençler var ki albüm yapmak istiyorsun ama çok para harcaman lâzım. İyi şarkılar üretmeye başlamışsın ama o masrafları yaptığın zaman karşılığında şarkılarının dinlenmesi gerekir. Orada yer bulamadığı zaman plak şirketi olarak zarar edersin. Bunun sonucunda plak şirketleri yeterince yatırım yapamıyor. Sonuçta bu müzik sektörüne sermayeyi kim koyacak? Plak şirketi koyacak. Sanatçı koyamaz, eser sahibi koyamaz, bir tek plak şirketi koyabilir. Plak şirketi de böyle bir şeyin içine çok fazla sermaye koymak istemiyor. Şu anda plak şirketleri sayısal olarak çok dinleniyor ama parasal olarak çok kazanmıyor. Çok kârda olan bir sektör değil. Müzik sektörü sinema sektörü gibi değil ama en azından eskisi gibi de değiliz. Artık müziğimiz her yerde dinleniyor, çok dinleniyor. Bu dediğimiz olay düzelse çok yakın zamanda müzik sektöründeki gelir bir milyar doların üzerine çıkar ama şu anda çok çok düşük.
• Eskiden yabancılar bizim şarkılarımızı anlamıyor, sevmiyor derdik. Aslında öyle olmadığını, ulaştırma sorunu yaşandığı için dinlenmediğini anlamış oluyoruz.
Evet, mesela, sanatçı çok sevdiği bir Türkçe müziği eser sahibinden istiyor. “Sanatçı okusun” diye veriyor, onu İngilizceye çevirip yeniden okuyor. Sonra biri geliyor, “Bu şarkı aslında ona değil bana ait” diyor ve dava açıyor. Bunun kanuni kısmı net değil hâlâ , oturmamış. Halbuki izin alan kişi meslek birliğine sormuş, bu şarkı kime ait demiş, Ahmet’e ait demişler. Ahmet’ten iznini almış ve bütün edimlerini yerine getirmiş. Sonra Mehmet çıkıyor ortaya; “Aslında bu benim babamın şarkısıydı” diyor. Bir tane daha kağıt çıkarıyor ve adamı dava ediyor. Bizi nasıl görüyorlar biliyor musunuz? “Aman Türkiye’den mümkün olduğu kadar müzik almamaya çalışalım. İzin alıyorsanız da çok iyi araştırın” diyorlar. Bütün mesele bu.
“İYİ BİR ŞARKININ MALİYETİ 30 BİN DOLARDAN BAŞLIYOR”
• Günümüzde eli – yüzü düzgün bir şarkının maliyeti ne kadardır?
İyi bir şarkının klibiyle birlikte maliyeti 30 bin dolardan başlıyor.
• Harcanan o paranın dönüşünün yüzdesi ortalama ne kadardır?
% 5 ya da % 10 oluyor. % 90’ı dönmez. Neden? Bir kere Spotify’ın buradaki abone fiyatı dünyaya göre onda bir fiyatında. Hâlâ zam yapmıyor ve Türk müziğine inanılmaz zarar veriyor. Dünyada 15 dolar olan abonelik Türkiye’de bir buçuk dolar. Bu çok düşük. YouTube ve Apple Müzik de çok düşük. Bu düşük fiyatlar yurt dışındaki aynı firmaların dünyadaki yaptıkları abonelik fiyatlarının onda birine hemen hemen denk geliyor. Üçüncü dünya ülkesi dediğimiz Gana’da abonelik beş dolardan başlıyor. Afrika’da en düşük abonelik 5 dolarken Türkiye’de bir buçuk dolara satıyorlar ve Türk müziğine çok zarar veriyorlar.
“MÜZİĞİMİZİ UCUZA SATIYORLAR”
• Türkiye’de neden ucuz?
Türkiye’de seksen milyonun üzerinde insan var. Bu seksen milyonun üzerindeki insanın 20 – 25 milyonunu abone yapabilmek için yapıyorlar. Ve o abonelikten para kazanmak istemiyorlar. Abonelik sayısıyla borsa değerini artırmaya çalışıyor; “Benim şu kadar abonem var” diyor. GSM şirketleri de öyledir, kazandığı kazanca göre değil de abone fiyatının çarpanına göre o şirketin değeri ortaya çıkar. Bu şirketler, aslında müzikten para kazanmaya çalışmıyorlar, borsadaki şirket değerini büyütmeye çalışıyorlar. O yüzden de “Benim şurada 10 milyon, şurada 30 milyon abonem var” diyebilmek için bizim müziğimizi ucuza veriyor. Dünyadaki ülkeler buna izin vermiyor. Burada da bizi dinlemiyor. Başta meslek birlikleri olmak üzere bir çekidüzene getirmek lâzım. Hepsini bu işlerden bir kazanç elde edebileceği bir platformda toplayıp bunları bir kanuna dökmek lâzım.
“ORADA BİR ARAYA GELEMİYORUZ”
• Saygın yapım şirketleri ortak karar alıp “Size şarkı vermiyoruz” derse ne olur?
Onda da bir araya gelemiyoruz. Sanatçı; “Neden benim şarkılarımı kapattın?” diyor. O sanatçı sonra gidiyor kendine bir şirket kuruyor ve oradan şarkı çıkarmaya çalışıyor. Aslında kendine zarar veriyor. Bu işin böyle devam etmeyeceğini bildikleri için diğer meslek birlikleri de şu anda hep birlikte isyanda ve yakın zamanda da zaten bu yabancı platformlara biz bu şartlarda çalışmayacağız diye bir yazı hazırlıyorlar.
• Bu durum size düşen payın ucuz olmasından dolayı değil mi? Geçmişte sinema sektöründe yaşanan patlamış mısır sorununa benziyor.
Tabii ona benziyor… Spotify bizim şarkılarımızı aylık 60 liraya, Apple Müzik ise 39 liraya satmaya çalışıyor. Bir top dondurma fiyatı. Sen bunu nasıl yaparsın? Bu şarkılar yurt dışında daha pahalı. Abonesi de eksilmez. İnsanlar müziğe para harcıyorlar. Ama daha fazla abone toplayabilmek için yıllardır Türk müziğine büyük zararlar veriyorlar.
“YABANCI MÜZİK DAHA ÇOR DİNLENMEYE BAŞLADI”
• Bu bilinçli bir davranış olabilir mi?
Yabancı platformlarda bilinçli yapılıyor. Bunlarla birlikte Türk müziği sektörüne bir de nasıl zarar veriliyor biliyor musun? Eskiden Türkiye’de; % 90 Türk müzik % 10 yabancı müzik dinlenirdi. Şu anda yabancı müzik % 30’lara geldi. Üretim azlığından dolayı insanlar istedikleri Türkçe şarkıları bulamayınca yabancı müzik dinlemeye başlıyor.
“HALKA MÂL OLMUŞ SANATÇININ ŞARKILARINI ENGELLELEMEZSİN”
• Yaşı belli seviyede olanlar hep “Nerede o eski şarkılar” der…
Bakın sanatçı vefat ediyor, sanatçının 4 çocuğu birbirine giriyor, şarkıyı engelliyorlar. Sen halka mâl olmuş bir şeyi engelleyemezsin. Sanatçının varislerinden bir tanesi çıkıyor, siz bana bunu yaptınız ben de şarkıları engelliyorum, diyor. Kanun da buna izin veriyor. O kadar eski bir kanun ki bu kanun bunu şunun gibi görüyor; binaya 4 kardeş ortaklar, herkesin izni olmadan kimse orayı müteahhite veremez. Bunu da öyle görmüş. Bu öyle değil, hepimizin dinlediği ve halka mâl olmuş şarkıları, ondan gelen kişiler şarkıya erişimi kapatamaz. Ama gelirleri almaya devam ederler, miraslar kendi aralarında paylaşılır ama ben şarkıları durdurdum diyemez. Bunun önüne geçmek lâzım. Bunlar korkunç şeyler.
2 Ocak’ta hayatını kaybeden Ferdi Tayfun’un şarkılarının hakları için varisleri mahkemelik oldu.
• Geçtiğimiz günlerde Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın nezdinde müzik meslek birlikleriyle gastronomi dernekleri, telif hakları konusunda yeni bir anlaşma imzaladı. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bir büyük eksik daha giderildi. Artık restoranlar, kafeler, barlar izin alırken, ruhsat yenilemesi yaparken bakanlığa gidip kullandığı müziğin de lisanslı olduğunu ispatlamak zorunda. Mekânında müzikler çalıyor ve bunun ödemelerini yapmayarak Türk müziğine zarar veriyorlardı. Kültür ve Turizm Bakanlığı nasıl bizim bakanlığımızsa onların da bakanlığı. Bizim o restorana gidip her seferinde yemek yiyip hesabı ödemeden çıkmamız gibi bir şey bu. Bakanlığın, sen o restorana gidiyorsun, hesabı ödemeden çıkıyorsun, bundan sonra yapamazsın demesi gibi o da benim müziğimi bedava kullanamaz. Bakanlığa ruhsat yenilemesi için gidenlere “Şu şartları yerine getirdin mi?” diye soruluyor. Sayın bakanımız sağ olsun bununla ilgili çok mücadele verdi. Meslek birliklerinde de problem vardı bizleri de bir araya getirdi. Bizi bütün şartlarda anlaştırdı ve biz o gün imzayı attık. Çok çok güzel bir şey oldu. Şu anda yüz bine yakın lisanslama bekleyen işletme var. Bir restorana gidin, müziği kapattırın, kaç dakika durabilirsiniz? Ya da bir kulübe gidin, kulübün zaten varoluşu müzik. Adam gidiyor kulübe eğleniyor, kapat müziği bakayım ne oluyor. Örneğin o anda karşında eşin ya da evlilik teklif edeceğin sevgilin birisi vardır. O şarkı senin şarkın olur. Ömür boyu unutmazsın. Müziğin hayatımızın içinde bu kadar etkisi varken bunu bedavaya kullanmak Türkiye’deki işletmelerin ayıbıydı. Şimdi bu ayıbı sayın bakanımız sayesinde çözdük. Gastronomi sektörü de lisanslamaya büyük bir çaba gösterdi. Kurumun başındakiler zaten lisanslıydı. Onlar da bizim fiyat konusunda yapıcı olmamızla beraber bütün üyelerini buraya teşvik etti.
Cengiz Erdem, müziğin dijital arşivinin ne denli önemli olduğundan, telif hakları sorununa kadar birçok konuda açıklamada bulundu.
• Dijitalleşmenin öncü şirketi Avrupa Müzik. Müzikte dijitalleşmenin hikâyesini ve günün sonunda müzik sektörüne bulunduğu kazanımların neler olduğunu anlatabilir misin?
Biz son gelen yapımcılardanız ama çok eski arşivlere sahibiz. Müzik kütüphanesinin belki de dünyadaki ilk endüstriyel gelişmeden, fonograflardan sonraki bütün arşivlerine vakıfız ve çoğu da bünyemizde var. İstersen endüstrinin ne zaman başladığından başlayayım. İki şeyden bahsedeceğim. Bir tanesi, 1890’larda elektrik savaşlarının olduğu, teknolojik gelişmelerin hepsinin yoğun yaşandığı yıllar. O dönemlerde elektrik savaşları sırasında hepimizin bildiği ampulü bulan Thomas Edison bir de ses kayıt cihazı buluyor. Binlerce yıldır söylenen müzikler, saraylarda, halklarda kullanılan enstrümanların hepsi insanlık için varken ilk defa kayıt teknolojisi o gün başlıyor. Ampulü icat ederken balmumundan oluşan ilk icat yapılıyor ve buna kaydediliyordu. Yatay şeklinde bir silindirdi ve elle çevriliyordu. Çok küçük ses kayıtlarının yapıldığı bir cihazı keşfettiğini fark ediyor ve elle çevrildiğinde dönerek senin kaydettiğin bir şeyi yine sana seslendiriyor. Adı da fonograftı. Fonograflarda ilk olarak eşinin 10 – 15 saniyelik sesini kaydediyor. Fonograf o yoğun dönemde patent ve buluşlar konusunda en büyüklerden biri. Edison daha sonra eşini kaybediyor ve o dönemlerde devamlı eşinin sesini dinliyor. Daha sonra o dönemlerde Alman bir mühendis bunu biraz daha günümüzdeki plaklara döndüren bir sisteme getiriyor. Bu adam aynı zamanda mikrofonu da bulan bir mucit. Silindir şeklinde olan o fonografı alıyor, yatay şeklinde olan bir taş plağa çeviriyor. Adı da gramofon oluyor. O saatten sonra endüstriyel kayıt başlıyor. Artık bir şeyi kaydedebiliyorsunuz. Bu kayıtlar sırasında da aslında dünyada ikinci bir icat daha yapılıyor ama kimse farkında değil. 1890’ların sonuna doğru İtalya’da 17 yaşındaki Marconi isimli genç bir çocuk telsiz telgrafı bulduğunu düşünüyor. Kablosuz bir şekilde odanın bir ucundan öbür ucundaki lambayı açıp kapatıyor. Sonra bunu babasına anlatıyor, babası da inanmıyor. Odanın her tarafına bakıyor kablo yok, çocuk gerçekten bunu bulmuş. Müziğin yayılması için mecralar lâzım ya, o mecraları da anlatmaya çalışıyorum. Bir tanesi radyo bir tanesi kayıt teknolojisi. Radyonun neye ihtiyacı var? Kayıtlara ihtiyacı var. O dönemlerde radyoyu bulduğunu bilmeden telsiz telgrafı bulduğunu düşünerek okyanus ötesi gemilerle birebir iletişim için Marconi bunu kullanıyor. Hatta o dönemde Titanic’in batmasıyla birlikte kurtulanların listesinin yirmi dört saat nöbetle açıklandığı bir araç olarak da kullanılıyor. Daha sonra gece nöbetinde olan o günkü operatör bir şeyi fark ediyor; ben bu yayını yaparken bir noktaya veriyorum ama aynı yayını bir alıcı değil milyonlarca alıcı da dinleyebilir. Bunu fark ediyor ama kimseye söylemiyor. Bunu fark ettiğinde 1900’lerin başında. I. Dünya Savaşı başlıyor, Amerikalı bir şirket geliyor ve Marconi Limited’i satın alıp ABD’ye götürüyor. ABD’liler, I. Dünya Savaşı’nda radyonun bütün imkanlarını kullanıyorlar. 1921’e kadar radyonun bulunduğunu kimseye söylemiyorlar. Bu operatör de bu bulduğu gözlemi ABD’lilere doğru bir zamanda anlatıyor. Marconi, radyoyu bulduğunu bilmiyor, sattıktan sonra satın alan kişiler bunun bir radyo olduğunu anlıyor. Herkesin yapabileceği bir teknolojiyi kimse bilmediği için bu radyo 1921’e kadar gizleniyor. 1921’e kadar gizlenmesinin nedeni de çok önemli bir propaganda aracı olacağının yarattığı endişe. 1921’de ABD, radyoda ilk boks maçını veriyor. Sonra binlerce radyo peşinden açılıyor. Bizim dönüm noktalarımızdan bir tanesi işte o kayıt tarihi ve Thomas Edison’un bulduğu o kaydetme cihazı. İkinci dönüm noktamız ise radyoyu bulan Marconi. Bunlar bireysel kayıtlar değildi, bunlar bizim gibi endüstriyel kayıtların olduğu, plakların basılıp satılmaya başlandığı, gramofon cihazlarının satıldığı dönemlerdi. Grup şirketlerimizden Odeon 1909‘da kuruluyor; iki dünya savaşı geçiren bir şirket. Düşünün, gramofonun ilk ürünleri Almanya’dan Türkiye’ye geldiğinde Galata’daki eczanelerde bir lira karşılığında ses kayıtlarının dinletildiği bir dünyayı düşün. Sonra ses kayıtlarıyla birlikte o dönemin ünlü erkek solistleri bu kayıtların içerisine giriyorlar ve bunların hepsi bizim arşivlerimizde var. Odeon arşivlerini o yüzden çok önemsiyoruz. Dönüm noktaları kasete kadar geliyor. Bununla birlikte üreticiler çıkıyor. Sonra dünya şirketleri, Türkiye’ye lisanslar veriyor. Bunun neticesinde akımlar ve türler başlıyor. Türk sanat müziğinden başlayarak Türk halk müziğine doğru geliyor. 1980’lere kadar üreticiler neyi verirlerse halk onu dinliyor ama 1980’de ilk kasetçalar icat ediliyor; ilk kasetçalar önemli bir miladın başlangıcı. Hiç kimse bunu düşünmez ama bireysel kaydın başladığı zamandır. Hepimiz o kırmızı tuşu biliriz. Basarsın, kendi sesini kaydedersin. İşte bugünün dijital dünyasında bağımsızlar dediğimiz sanatçılar o dönemde o kasetçalarlar çıktıktan sonra kendi kayıtlarını yaparak, onu çoğaltarak ve kasetçilerde satarak dönemin müzik içeriği üretimine önemli katkılarda bulunmuşlar. Bugün İbrahim Tatlıses ve ondan öncekiler de çoğu kaset dolumlarıyla tanınan birçok sanatçı, kendi bölgesinde tanınıp ondan sonra yapımcılar tarafından fark edilip ulusal düzeyde pazarlanan bir fırsata ulaşmışlar. Bu 3 teknolojiyi çok önemsiyorum. Kaset kaydından sonra dijital dünyaya geliyoruz. Dijital dünyada CD ile başlayan ve yapımcıların zarar görmedikleri bir dünyayı görüyoruz. Çünkü taş plak satışlarından plaklara, plaklardan kasetlere, kasetlerden CD’lere gelindiğinde yapımcılar hiç değişmiyor. Marketler de değişmiyor, marketler sadece ürünlerin tipini değiştiriyor. Yani daha önce rafında plak satıyorsa onu kasetle değiştiriyor.
• Sistem, dijital dünyada nasıl çalışıyor?
Dijital dünyaya geldiğimizde MP3’lerin çıkmasıyla birlikte büyük bir değişim başlıyor. Çünkü artık o marketlere de ihtiyaç yok o spotçulara da ihtiyaç yok. Müziği üreten ve pazarlayan üretimle tüketici arasındaki birçok şey kayboluyor. Artık stüdyoda üretilen bir ürünün dinleyiciye gitmesi için aracıya gerek kalmıyor. Benim bunu ilk fark edişim 2000’li yılların başıydı. 2000’lerin başında müzik sektöründe çok büyük satışlara ulaşmıştık ama ben hep yeni arayışların peşindeydim. Mobil operatörlerle tanışma fırsatı yakaladım. Mobil operatörlerle tanıştığımda çok büyük teknolojilerin olduğunu gördüm. Örnek veriyorum, ilk çalıştığım iş ortakları AVEA’ydı. AVEA’nın müthiş bir altyapısı vardı. IVR sistemleri vardı. Kişilerin ellerindeki telefona içeriğin gidebileceği tek yol onlardı. İlk denemeleri orada yaptık ve ben o günlerde o günkü teknolojiyle çıkardığım albümlerin bir dakikalık versiyonlarını dinleyiciye en hızlı onlarla ulaştırabileceğimi gördüm. Daha sonra hızlı internetin de başlamasıyla bunu daha da geliştirdik. Bu hızlı internetin müzik dünyasına korkulacak değil, çok önemli bir fayda getireceğini gördüm. Çok büyük paralar kazanmıyorduk ama çok eziyet çekiyorduk çünkü kimse anlamıyordu. Dijitalleştireceksin ama herkes sana düşman, herkes kaset ve CD devam edecek zannediyor. Herkes aynı sistemin devam etmesini bekliyor. Bu sistemin kendilerine de zarar verdiğinin farkında değillerdi. Dijital dünya bir şeyi gösterdi ki arşiv çok önemli ama o dönemde ne film şirketleri ne müzik şirketleri arşivlerinin ne kıymetini biliyorlardı ne de önemsiyorlardı.
Thomas Edison’un icat ettiği ses kayıt cihazlarından bazıları görülüyor.
• Film şirketlerinde, film makaraları bodrumlarda saklanırdı. Zaman içinde de küflenirdi…
Aynısı kasetçilerde de vardı. Çünkü herkes yeni bir şey çıkartayım, hızlı tüketeyim, ne satarsam hemen alıp yeni bir sanatçıya yatırım yapayım, onu satayım düşüncesindeydi. Ve o dönemin daralan sisteminde mecralar kısıtlı olduğu için kaset ve CD’lerin satıldığı mecralar da kısıtlıydı. Eskiyi depoya kaldıracaksın ki yeniyi sunabilesin. Eskiyle yeniyi bir arada sunma şansın yok. Yeni müzik türlerini mecralara kabul ettiremediğin için birçok müzik türünü mecralarda sergileyemiyordun. Bugünün rap, alternatif müzik, klasik müzik gibi derin müzik türleri raflarda yerini bulmuyordu. Bu yüzden de sanki Türkiye’de çok azınlıkta bir sanat üretimi var ve sadece onlar müzik yapıyor gibi görülüyordu. Halbuki keşfedilmeyen ama çok güzel sesleri olan çok güzel besteleri olan, yenilikler barındıran milyonlarca yetenek vardı. Bunların hepsi yıllarca ortaya çıkmadan kendi kendilerine söyleyerek bunları sürdürdüler. Bu operatörlerle yaptığım çalışmalarda bu işin artık bireysel lisanslamayla değil toplu lisanslamayla daha iyi yürüyebileceğini gördüm. Yani bu hizmetin birkaç sanatçı değil tüm müzik sektörü üretimleriyle içinde olmalı. O dönemde MÜ-YAP’ın yönetim kurulundaydım ve yönetim kurulunda bunu dile getirdim. Artık bizim bir lisans oluşturmamız gerekiyor, bu lisansı vererek dijitalin önünü açmamız gerekiyor diyerek anlattım. Tabii bunu anlatmak çok zordu. Zaten ilk lisans alan da benim şirketimdir. Benim şirketim MÜ-YAP’tan aldığı lisansla dijitalin ilk resmi adımını atan şirketti. Herkes bana niye lisans alıyorsun diyordu. Birkaç tane sanatçıdan al git diyorlardı. Ama ben toplu lisanslamanın ve bu işin hep beraber yapılmasının pazarı büyüteceğine inananlardandım. Sonrasında eser sahibi meslek birlikleri içerisindeki yapılarda da bunu savundum. 17 yıl boyunca MSG’de bulundum ve MSG’de bana inanan çok az arkadaşımız vardı. Onlar; “Dijital bizim % 5’imiz bile değil, en büyük gelirlerimiz olan yerlere odaklanalım” derlerken ben, “Hayır hepimiz bir arada olmalıyız, böyle olursak dünyadaki bütün platformlara entegre olabiliriz, büyürüz, hep beraber büyürüz” diyordum. Aynı geminin içinde olmalıyız; hep bunu savundum. O gün bana karşı olan arkadaşlarım bugün gerçeği yaşıyorlar. Meslek birliği gelirlerinin % 95’i dijital gelir oldu. % 10 bile olmayan gelir % 95’e çıktı. YouTube, Spotify, Apple gibi mecraların sözleşmelerinin hepsinin içinde bulundum, hepsinin düzenlemeleri sırasında oradaydım, o imzaları atanlardan biriydim. Bilgimi hiç saklamadım. Bilgimi hep herkesin kullanması için sektör için harcadım. Yıprandığımız zamanlar da oldu ama bugün baktığımız zaman dijital taraftaki öncülüğümüz, inovasyonda lider gösterilmemiz gerçekten bizi onurlandırıyor. Türkiye’deki dijital müziğin hızlanması ve herkesin bunu derinden hissetmesinin başlangıç noktası da MP3’ler değildi, hızlı internetti. Hızlı internetin gelmesiyle birlikte sektör bir anda kayıplar vermeye başladı. Satış kayıpları vermeye başladı. Çünkü bir albüme ulaşan birisi onu dosya paylaşım yollarıyla arkadaşlarına gönderiyordu. Sen bunu internette gördüğün yerde kısıtlayabiliyordun ama o dosya paylaşımı birebir gönderilen dosyalar olduğu için bunu önlemen imkansızdı. Ama bundan korkulmaması gerektiğini biliyordum çünkü her ne kadar Türkiye’ye getiremediysek de o dönemde dünyadaki bazı gelişmelerin daha da büyüyeceği ve yeni mecralarla geleceği çok netti. 2006’da YouTube’un kurulması, 2013’te Spotify’ın hayatımıza girmesi ve o dönemde iTunes ile birlikte oluşan gelişmeler Türkiye’ye yavaş yavaş gelmeye başladı. İlk lisanslama iTunes’a yapıldı. Hiç unutmuyorum. Meslek birliğimiz çatısı altında dijitalleşmeye doğru bir adım atmıştık ve çok önemli bir adımdı. Mesleğin duayenlerinden Bülent Forta bu işin öncülerindendi ve bana hep inandı. Kendisi de bu konuda hep ileri görüşlüydü. O dönemlerde o yönetim kurulunun içindeydim. Hard diskler alanında birtakım çalışmalar yapıldı. Yapılan çalışmanın meyvesi şöyleydi; dijitalleşmeye başladık. Yani depomuzdaki CD’leri artık dijital platforma, hard disklere yükleme dönemimiz başladı. Ama hızlı internet o kadar hızlı bir şekilde hayatımıza girdi ki iTunes’un Türkiye’ye gelmesi de o kayıpları karşılamadı. iTunes’un Türkiye’ye gelişi de şöyle oldu. 2008 – 2009 yıllarında Universal Music’in Türkiye lisans üyesiydim. Uzun yıllar Türkiye başkanlığını yaptım. O yıllarda da bu dünyaya kolay erişimlerim vardı. İstediğim platformdan istediğim bilgiyi ve randevuyu alabiliyordum. Masalarda iTunes’un Türkiye’ye gelmemesi konuşulurken iTunes yetkilileri bana Universal Music vasıtasıyla bir mail attılar. Universal dijital başkanı Türkiye’de Cengiz’le görüşebilirsiniz diye bilgi vermiş, onlar da bana ulaştılar. Ben onları burada ağırladım ve sistemi anladım. Sistemi anladıktan sonra bunun MÜ-YAP’ın içinden yönetilmeyeceğini çok net bir şekilde gördüm. Çünkü o sistem herkesin ürünlerini pazarlayacağı bir dijital marketti. MÜ-YAP bir pazarlama yapmamalıydı. Herkes nasıl D&R’da, zincir mağazalarda, müzik marketlerde ve benzin istasyonlarında ürünlerini pazarlıyorsa, o market de kendi ürünlerini kendi pazarlamalıydı. Bu sistemi bana anlattıklarında ben de bu sistemin MÜ-YAP tarafından yapılamayacağını, yapılırsa başarıya ulaşmayacağını çok net bir şekilde herkese anlattım. O dönemde bu konu MÜ-YAP içerisinde çok tartışıldı. Bu rekabeti de büyümeyi de engelleyecek bir durumdu. MÜ-YAP bu durumu belli toplantılarla uzun süre tartıştı. Sonuçta dijitalden çıkıp bunu özgür bırakma kararı aldı ve yapımcıların hepsine iTunes albümlerini kendilerinin pazarlayacakları bir yol açıldı. Biz çok hazırdık. Bizim 2004’ten itibaren dijital bir ekibimiz vardı. Ekibimiz formatları çok iyi biliyordu, nasıl pazarlayacağını çok iyi biliyordu. Kardeşim Deniz Erdem, sektör için çok çalışan birisidir. “Biz kendi ürünlerimizi dijitalleştirmeden önce rakiplerimizin ürünlerini platforma yüklemesine destek olalım.” dedi. Bütün ekip, rakiplerimizin ürünlerinin hızlı bir şekilde dijital platforma yüklenmesini sağladı. Bu zor bir işti. Yüksek kalitede yükleyeceksiniz. CD’lerden çekeceksiniz sonra o arayüzden onları tek tek meta datalarıyla, birtakım protokollerle her türlü bilgiyi oraya eksiksiz girmeniz lâzım. Önce onları girdik sonra kendimizinkileri girmeye başladık. Çok uzun sürdü. Bizim katalog çok devasa bir katalog olduğu için çok uzun sürdü. Plak ve taş plak dönemlerinden gelen arşivler de olduğu için bizde hâlâ katalog girişleri devam eder. Bu dönemde iTunes’u yaptıktan sonra diğer global platformlar da Türkiye’ye gelmeye başladı ve biz onlara artık hazırdık. Çünkü dijitalleşme sürecimiz tamamlanmıştı, sadece pazarlama sürecimiz başlamıştı. Ve o gün inanmayan, bayrakları indiren, dijital bizi bitiriyor, dijital bizim hayatımızın sonu diyen insanlar bugün iyi ki dijital var, iyi ki dijital dünyadayız, iyi ki bu günlere gelmişiz diyorlar.
• Dijitalleşme, zaten kaçınılmaz olacaktı…
Kaçınılmazdı ama müzik sektörü dayanmasaydı kataloglarını satarak kurtulmanın yollarını deneyeceklerdi. Bunu yapanlar oldu, dünyada örnekleri var. Biz bizimle birlikte yürüyen hiçbir iş ortağımızın kataloğunu satmasına izin vermedik. Sabretmeleri için onları hep telkin ettik. Bugün bakıyorum, bazı şeyler unutuluyor. Herkes kendini o anki haliyle yaşıyor ama biraz düşündükleri zaman o saygıyı hemen görüyorsunuz. O günkü yol göstericiler olarak sadece kendimize değil herkese açtığımız bir yol vardı. Bugün herkes o yolda kendi albümünü pazarlıyor. Bunun sektör açısından faydası böyleydi ama bir de bağımsız müzik türlerinin, alternatif müzik türlerinin, yani popüler müziğin dışındaki türlerin de müzik dünyasına girmelerinin yolu açıldı. Nasıl açıldı? Örnek veriyorum, eskiden bir rap sanatçısı ya da satış şansı çok az olan ama iyi müzikler üreten bir caz sanatçısının albümü bize geldiğinde albümünü alıp CD’ye basıp ona hayaller kurduramazdım. Düşünsenize, siz klasik müzik yapan, keman çalan birisiniz, ben size inanıyorum, hayal gücünüz de çok iyi ama size evet dediğim an size bir şey sunmam gerekiyor. Nedir bu? O günkü mecralar, video kliplerin televizyonlarda yayınlanması, müzik marketlerde yer alması, radyolarda yer alması, üçünü de veremiyorsunuz. Radyolar asla o müzik türünü radyolarından içeri sokmuyor ve kısıtlı müzik çalma imkanları var. Televizyonlar bunun klibini dönmüyorlar. Müzik marketler de kısıtlı mecralarına bunu almıyorlar. O sanatçıya bu üçünü veremedikten sonra albümü ne yapacaksınız? Hayır dediğimiz konunun temeli buydu ve üzüntü vericiydi. Dijital dünyanın getirdiği bu fırsatla önceleri bağımsız sanatçılar içeriklerini YouTube üzerinden paylaşmaya başladılar. YouTube’un sunduğu en güzel imkan kişilerin kendi müziklerini kendi arayüzlerinden yüklemeleriydi. Para kazanmıyorlardı ama kendilerini duyuruyorlardı. Rap müzik ve diğer müzik türleri yavaş yavaş o kanallar içerisinde kendilerini göstermeye başladılar. Biz yapımcılar onları orada görme fırsatı yakaladık. Gidip gazinolarda ya da sokaklarda değil onları direkt işlerini yükledikleri yerlerde görmeye başladık. ARGE takımlarımız onlara ulaştı, başarılı olanları aldı ve o başarılı olanları YouTube’un dışındaki mecralara taşıdı. Birincisi buydu. İkincisi, 2006’da kurulan YouTube, Google tarafında satın alındıktan sonra Türkiye’de de açıldı ve YouTube’un UGC özelliğiyle herkes şarkılarını yüklemeye başladı ama onlara en büyük iyiliği yine onların ağabeyleri, müzik yapımcıları olarak bizler yaptık. Nasıl yaptık? Şarkılarını yüklüyorlardı ama para kazanamıyorlardı. Çünkü YouTube politikası Türkiye’deki lisans ayaklarını tamamlamadan para ödeyemezdi. 2013’e kadar kimse para alamadı. 2014’te YouTube ile biz masaya oturduk. Bu işin çatı anlaşmalarını yaptık ve Türkiye’de YouTube’tan para kazanmanın önünü açtık. Kurallarını koyduk ve bunu yaparken yalnız değildik. Yanımızda eser sahipleri meslek birlikleri de vardı. Bugün MESAM’ın başında Recep Ergül, MSG’nin başında Ferhat Göçer gibi gerçekten inovasyona açık meslek birlikleri başkanları var. Artık bu işleri yapmak çok kolay. Geçmişte biraz zordu ama buna rağmen hepimiz bir araya geldik, uzun toplantılardan sonra bu anlaşmaları yaptık. YouTube ile yaptığımız bu anlaşmada çok ilginç anım da vardır. Hatırlayın, YouTube Türkiye’den çıkıyor, kapatılıyor haberleri vardı. Ben YouTube Türkiye’yi yöneten Almanya Başkanı ile Universal toplantılarının birinde tanıştım. Christoph Müller o gün başkandı ama daha sonra ABD’de daha üst mertebelere çıktı. Şöyle bir şey oldu: Cannes’da her sene düzenlenen MIDEM Müzik Festivali’nde karşılıklı bir yemek randevusu yaptık. Yemek sırasında Türkiye’deki durumdan bahsettim ve bu durumdan çok üzüntü duyduğunu ifade etti. Türkiye’nin iyi bir pazar olduğunu ama Türkiye’nin tamamen korsana odaklandığını, manipülasyonlarla dolu bir YouTube grafiğinin olduğunu anlattı. Ben de ona, bu işin lisans taraflarını ben ikna edebilirim ama burada para kazanılacak sistem başlarsa herkes YouTube’a daha dikkatli bakar ve bu manipülasyonlara izin vermez dedim. Çok ilgisini çekti. O anda zaten kapalılardı. Benim de MSG genel sekreteri yanımdaydı. Onunla ikisinin el sıkışırken bir fotoğraflarını çektim ve sana yolladım. Başlığımız şuydu: ‘YouTube ve Türkiye anlaştı.’ Aslında o gün sadece el sıkışmıştık ama o el sıkışmanın yansımasıyla Türkiye’ye geldik ve hızlı bir şekilde anlaşmaları yaptık. O saatten sonra YouTube’a kim içerik yüklerse yüklesin ilk içerikten itibaren para kazanmaya başladı. İşte müzik sektörünün yaptığı inovasyonun onlara en büyük faydalarından biri de buydu. Sadece bağımsız müzik üreten sanatçılar olarak düşünmeyelim, bir de bağımsızları içinde barındıran bağımsız müzik şirketleri vardı. Hiçbirisi kazanamıyordu. Kazanamayınca da iyi bir içerik için yeni bir yatırım bulamıyorsun. Dijital bizi korkutmasın dedim ve o günden bugüne geldik. Bugün geriye baktığımızda, stüdyoda kaydını yapıp dünyayla aynı anda piyasaya sunan bir fırsatla işimizi yapıyoruz.
• Az önce Deniz ile de onu konuştuk; eskiden bizim müziğimizi dinlemiyorlar derdik, şimdi bayağı bir dinlenme seviyesine ulaştık. Bunun nedeni ulaştıramama sorunuymuş.
Tabii ki ulaştıramama sorunu vardı. Bugün o şansı bir tane sanatçı yapıyordu. Hiç unutmam, Mustafa yurt dışında bir single çıkardı. Almanya’da onu iyi pazarladı ama öteye götüremedi. Tarkan da ABD’de bir şeyler yaptı ama o da fizikselde bir yere gitmedi ama bugün albümüm Virgin mağazalarında olsa çok mutlu olurum, her şeyimi veririm, para da kazanmayayım ama orada olsun diyen müzik sektörü artık elindekinin kıymetini biliyor. Tüm müzik dünyası tüm çıkışlarını tüm dünyada bütün sanatçılar gibi Perşembe geceleri on ikiden sonra tüm platformlara çıkıyorlar. Biz bir şarkıyı çıkarmak istediğimiz zaman müzik ekibimiz onu tüm dünya sanatçılarının çıkardığı gün ve çıkardığı platformlarda aynı anda veriyor. Çıkardığınız her şarkının hangi ülkede hangi yaş gurubuyla hangi cinsiyette biri tarafından dinlenildiğini takip edebiliyorsunuz. Hem o pastalardan pay almanın keyfini çıkartıyorsunuz hem de sizin bir sonraki işiniz için bir veri oluyor. Kimse fark etmez ama Türkiye’de her şeyin korsanı var. Yıllarca önlemek için uğruna çok büyük savaşlar verdiğimiz müziğin korsanı bitti. Neden bitti? Çünkü korkmadık ve dijitalin içine girdik. Dijital dünya müzik dinlemek isteyen insanlara iki seçenek sunuyor. Bir tanesinde, para ödemek istemiyorsan bol reklamlı bir şekilde müzik dinle diyor. Bu aslında tüketicinin alıştığı bir şey. Eskiden bir dizi izlerken yüz yirmi dakikalık bir diziyi reklamlarla iki yüz kırk dakikada izlerdiniz. Hiç itiraz etmiyordunuz. Müzikte de öyle. Müziği bedava dinlemek istiyorsan, içine konulmuş o reklamları dinleyerek de bedava dinleyebilirsin. Korsan almana gerek yok. Ama müziği reklamsız dinleyeyim, çok büyük bir konforum olsun, çalma listeleri yapayım diyorsanız, küçük bir ücreti olan bir premium aylık üyelikle dünyanın bütün müziklerine ulaşıyorsunuz. Orada da rekabet başlıyor. Orada kim kendini daha çok dinletirse o kadar kazancı arttığı için orada da bir pazarlama çalışması başlıyor ama en önemli detay şu; korsan bitti. Bu, müziğin icadından itibaren çok büyük bir yaraydı. Emin olun o dönemlerde Edison’un ürettiği silindirlerin bile korsanları yapılıyordur. Bugün korsan kendi kendini bitirdi. Bence bizden sonra dijitalleşmenin daha henüz ilk zamanlarını yaşayan televizyonculuk, gazetecilik ve benzeri şeyler de bence korkmamalılar. Onların da karşılarından müzik dünyasındaki yolculuğumuzun benzerleri geçiyor ve sonu herkes için iyi olacak.