Orta Doğu’nun en karmaşık ve kırılgan diplomatik dosyalarından biri yeniden gündemde: İran ile ABD arasında yürütülen nükleer müzakereler. Son birkaç aydır, Maskat ve Roma başta olmak üzere çeşitli başkentlerde yürütülen doğrudan ve dolaylı temaslar, uluslararası kamuoyunun gözünü yeniden Tahran ile Washington arasındaki pazarlık masasına çevirmiş durumda.
Diplomatik dille süslenmiş açıklamalar, kapalı kapılar ardında yürütülen yoğun teknik görüşmeler ve kamuoyuna sızan sınırlı bilgiler, iki ülke arasında tarihi bir dönüm noktasına işaret ediyor olabilir.
ABD-İran ilişkileri, özellikle 2018 yılında Başkan Donald Trump’ın tek taraflı olarak nükleer anlaşmadan (JCPOA) çekilmesinden bu yana gerilimli bir seyir izliyor. Bu karar, sadece İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini yeniden hızlandırmasına yol açmakla kalmadı; aynı zamanda bölgede vekâlet savaşlarının daha da sertleşmesine neden oldu. 2020 yılında İranlı General Kasım Süleymani’nin ABD tarafından öldürülmesi ve sonrasında karşılıklı misillemelerle tırmanan kriz, iki ülke arasında doğrudan çatışma riskini hiç olmadığı kadar artırmıştı.
Günümüzde ise tablo daha karmaşık: İsrail’in 7 Ekim 2023’te başlayan Gazze soykırımının ardından bölgesel dengeler yeniden şekillenmeye başladı. İsrail’in İran’a yönelik hedefli hava saldırıları, Tahran’ın Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak’taki vekil güçlerinin sistematik biçimde hedef alınması, İran’ın nükleer ve balistik kapasitesini gözler önüne seren hamleleri, diplomatik bir çerçeve içinde yeni bir hesaplaşma sürecinin başladığını gösteriyor.
İşte bu bağlamda, Umman’da başlayan ve Roma’da devam eden müzakereler yalnızca nükleer silahlar, santrifüjler ya da zenginleştirilmiş uranyumla sınırlı değil. Müzakere masasındaki başlıklar; balistik füze programından bölgesel milis güçlerin tasfiyesine, askeri üslerin uluslararası denetime açılmasından ekonomik yaptırımların kaldırılmasına kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Bu süreçte, ABD ve İran yalnızca birbirlerini değil; aynı zamanda İsrail, Suudi Arabistan, Rusya ve hatta Avrupa ülkelerini de içeren çok katmanlı bir diplomasi satrancı oynuyor. Taraflar, görünürde birbirine rest çekerken, perde arkasında taviz ve kazanım hesapları yapıyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın sürece ilişkin “diplomasiye açık ama askeri seçeneğe de hazırız” mesajı, bu çelişkili atmosferin en net yansımalarından biri.
Peki gerçekten Tahran ile Washington ne konuşuyor? Müzakerelerde hangi başlıklar ön planda? İran’ın kırmızı çizgileri neler, ABD’nin nihai hedefi ne? Güvenlik Analisti Dr. Hurşit Dingil’in değerlendirmeleri ve açık kaynaklara yansıyan teknik bilgiler eşliğinde, bu çok katmanlı müzakere sürecinin perde arkasını inceledik.
Açık kaynaklara yansıyan bilgiler, müzakerelerin içeriğinin oldukça detaylı ve kapsayıcı olduğunu gösteriyor. ABD tarafının öne sürdüğü temel şartlar arasında İran’ın balistik füze programının sınırlandırılması, özellikle orta menzilli füzelerin kaldırılarak 300 km menzil sınırına çekilmesi yer alıyor. Ayrıca, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulması, mevcut yüzde 60 oranındaki yaklaşık 275 kg’lık zenginleştirilmiş uranyumun sıfırlanması ve İran’daki tüm askeri üslerin kapsamlı bir uluslararası denetime açılması talep ediliyor.
Bu şartlar, bazı uzmanlar tarafından 2003 Libya modeliyle kıyaslanıyor. Ancak İran, bu modele güçlü bir biçimde karşı çıkıyor. Nitekim Roma’da gerçekleşen ikinci tur görüşmelerde, nükleer faaliyetlerin tamamen sıfırlanması yerine barışçıl amaçlarla sınırlı oranda sürdürülmesi konusunda uzlaşı sağlandığı duyuruldu.
ABD Başkanı Donald Trump, müzakerelere dair yaptığı açıklamalarda İran’a yönelik olası bir askeri müdahaleye sıcak bakmadığını belirtti. Ancak aynı zamanda, İran’ın “Libya modeli”ne yaklaşmaması durumunda tüm seçeneklerin masada olduğu uyarısında da bulundu.
Trump’ın yaklaşımı, İsrail’i süreçten uzaklaştırırken, Suudi Arabistan gibi aktörleri dengeleyici bir unsur olarak öne çıkarmasıyla dikkat çekiyor.
Güvenlik Analisti Dr. Hurşit Dingil’e göre müzakere başlıkları sadece nükleer temayla sınırlı değil. Özellikle 7 Ekim 2023 sonrası İsrail ve İran arasında yaşanan hedefli saldırılar, vekil güçler meselesinin de görüşmelerin önemli bir parçası haline geldiğini gösteriyor.
Dingil, “İran’ın Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’taki vekil güçlerinin aşamalı biçimde tasfiye edildiği, bu eğilimin müzakerelerin bir sonucu olarak değerlendirilebileceğini” ifade ediyor.
Son haftalarda Hizbullah’ın kısmi silahsızlanma sürecine girmesi ve Haşdi Şabi gibi yapılarla ilgili tartışmalar, bu başlığın pazarlık alanı olarak kullanıldığını düşündürüyor. İran’ın tüm vekil güçlerinden vazgeçmek yerine bazı coğrafyalarda geri adım atarak stratejik denge aradığına dair emareler de söz konusu.
İsrail’in 2024 nisan ve ekim aylarında gerçekleştirdiği hava saldırılarında, İran’ın katı yakıtlı füze tesisleri ve uranyum zenginleştirme altyapısı hedef alındı. Hurşit Dingil, bu saldırıların “ABD’nin onayı ve istihbarat desteğiyle” gerçekleştiğini belirtiyor ve bu operasyonların İran’ın savunma kapasitesini kırılganlaştırma stratejisine işaret ettiğini vurguluyor.
İran ise bu tehditlere karşılık olarak mart 2025’te yer altı füze envanterini kamuoyuna gösterdi. Uzmanlara göre bu adım, müzakerelerde pazarlık gücünü artırmaya yönelik bir psikolojik harp stratejisinin parçası.
Roma görüşmeleri sonrası dikkat çeken bir diğer gelişme, ABD’nin sürece Avrupa Birliği (AB) ülkelerini doğrudan dahil etmemesi oldu. Bu durum, 2015 Nükleer Anlaşması’ndan farklı olarak Almanya, İngiltere ve Fransa’nın sürecin dışında bırakıldığını ortaya koyuyor.
Bunun yerine Rusya ve Suudi Arabistan gibi aktörlerin “üçüncü ülke” rolüyle öne çıktığı görülüyor. İran Dışişleri Bakanı Abbs Erakçi’nin Moskova ziyaretinde Rusya’nın uzmanlığına vurgu yapması ve Suudi Savunma Bakanı’nın Tahran ziyareti, bu stratejik kaymayı teyit ediyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında, İran ile ABD arasındaki müzakerelerin aşamalı ve çok boyutlu bir seyir izlediği görülüyor. Hem vekil güçlerin kontrolü, hem nükleer faaliyetlerin sınırlandırılması hem de balistik füze programının geleceği, pazarlık sürecinin ana hatlarını oluşturuyor.
Ancak taraflar arasında kalıcı bir uzlaşı sağlanamazsa, müzakerelerin başarısızlıkla sonuçlanması yeni bir gerilim dalgasının önünü açabilir. Diplomasi ihtimali hala masada, ama silahların gölgesi de her zamankinden daha yakın.