Tarlaya tohumlar daha yeni ekilmişti…
Her biri, sümbüllenip çeşit çeşit renkler almak için yağmurun bolca yağmasını heyecanla beklemekteydi…
Ve onlar için beklenen o an gelmiş, gök tüm şiddet ve hiddetiyle gürlemiş, şimşek çakmış, bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlamıştı.
Tarlaya atılan tohumlar bu denli şiddet ve hiddet karşısında heyecandan patlamak üzereydi. Zira yağan yağmur, onlara can suyu olacak ve onlar da kendilerine yüklenen vazifeyi yerine getirmenin mutluluğuna erecekti.
Tam o esnada tarlanın kenarından geçen biri, yağan yağmurla beraber çamur haline gelen toprak içinde kalan tohumların bu haline acıyıp, onların ızdırap çektiklerini düşünüp, onlara iyilik yapmak amacıyla çamur içinde kalan tohumları teker teker çıkarıp, kenarda duran taşların üstüne koymaya başlar. Tohumların sesi olsa “Yapma! Bizi çamurun içinden çıkarma!” diye bağıracak…
Gücü kuvveti olsa tohumların adamın elinden kurtulup tekrar çamurun içine girecek…
İmkân olsa bırakıldığı taşın üzerinden tekrar toprağa atlayıp yeni bir hayata doğru yol alacak…
Ama ne çare adamın elinden kurtulamıyorlar ve nihayetinde adam tohumları iyilik yapma kastıyla alıp kenardaki taşın üzerine bırakıyor. Az zaman sonra güneş açınca tarlada kalan diğer bütün tohumlar yeşermeye başlarken taşın üzerine bırakılan tohumlar şiddetli sıcağın altında çürüyüp, yok olmaya yüz tutar. Adam iyi niyetli ancak usül ve üslubu yanlış. Anlaşılan o ki doğruya muvaffak olmak için sadece iyi niyetli olmak yetmez, aynı zamanda usül, üslub ve metodun da iyi olması gerekir.
Toplumsal hayatta insanları irşad, doğru ve iyiye davet, ilim ve irfana sevk ederken usül ve üslubu kaybetmek aynen bu misale benzer. Nitekim eskiler, çok güzel ifade etmişler; “Yanlış üslup doğru sözün cellâdıdır”. Söylenen sözün, yapılan uygulamanın doğru olması yetmiyor aynı zamanda doğru bir usül ve üslupla icra edilmesi gerekiyor. Özellikle temsil makamında olan insanların bu konuda daha dikkatli olması gerekir. Zamanında bir hocamız “İnsanlara öncülük eden kişilerin (her alandaki öncülükler) her hal ve tavırlarında, konuşma ve yazılarında kendilerinden daha ziyade öncülük ettikleri insanları düşünmeleri gerekir.” demişti. Tam da üslubun sınırlarını çizen bir cümle olmuştu bu bizim için.
Doğruyu söylemek yetmez. Doğrunun, doğru zamanda, doğru kişilere, doğru üslupla söylenmesi gerekiyor. Zira söz, tohum gibidir. Doğru kullanılmazsa kıymetini kaybeder ve zayi olur. Bir çiftçi, tohum ekmek için zamanı kollar. Tohumu ekmekle yetinmez, onun iyi yetişmesi için etrafındaki zararlı otları her an takip edip, büyümelerine fırsat vermez. Bununla da yetinmez daha iyi yetişmesi için ilaçlar kullanır, suyunu eksik etmez, gecesini gündüzüne katar ki o tohumdan bir verim alsın. Ama hiçbir zaman usül ve üslubunu bozmaz. Çünkü bilir ki yanlış bir usül ve üslub onu maddi zarara sokar.
Peki, insan yetiştirmenin, insanları irşad etmenin de bir usül ve üslubunun olması gerekmez mi? Her kelamın bir zamanının olması gerekmez mi? Konuşmalarımız toplumda nasıl yankı uyandırıyor? Acaba yanlış üslubumuzdan etkilenerek davamıza gönül koyanlar, daha da acısı kaybettiğimiz insanlar oluyor mu? Bütün bunları göz önünde bulundurup tıpkı bir çiftçi gibi her kelamın ekileceği zamanı bekleyip, zamanı gelince de aynen yine çiftçi gibi gecemizi gündüzümüze katıp, ürünü verecek olanın da Allah olduğunu unutmamamız gerekmektedir.
Selam ve dua ile…