Eskiden birinin dostu olmak, omuz vermekti. Sırt çevirmek değil, omuz vermek… Bugünse ne yazık ki dostuna küsen, düşmanıyla kahve içip poz veriyor. Değerler tersine dönmüş gibi. Kimin dost, kimin düşman olduğu karıştı.
İnsan ilişkilerinin temeli olması gereken sadakat, yerini menfaate bıraktı. Birlikte gülmek kolay; ama zor zamanlarda yanında kalan kaç kişi kaldı? Menfaati biten, çekip gidiyor. Üstelik kapıyı bile sessizce kapatmıyor. Arkandan konuşarak gidiyor. Çekemeyen, yüzüne değil arkasına konuşuyor. Kıskanıyor, ama hayranlığını öfkeyle örtüyor. Samimiyetsizlik diz boyu…
Bir başka yaralı alan ise hakikatin çarpıtılması. Yaşanmamışlar yaşanmış gibi anlatılıyor. Kimi kendi hikâyesini cilalıyor, kimi başkasının karanlık hikâyesini süsleyip satıyor. Algılar gerçeğin önünde. Olanı değil, anlatılanı yaşıyoruz artık.
Ve işte en acı çelişki: Herkes herkesle samimi. Herkes birbirine “kanka” diyor, sarılıyor, gülüyor. Ama iş gerçekten sevmeye gelince, kalpler buz gibi. Samimiyet maskeli, ilişkiler yüzeysel. Gerçek bir “nasılsın?” sorusu, içten bir “yanındayım” sözü ne kadar nadir oldu, farkında mıyız?
Toplum olarak ciddi bir güven erozyonu yaşıyoruz. Ahlaki değerlerin, dostluğun, sevginin içi boşaltılıyor. Sahici olmak ayıplanır oldu; dürüstlük, saflık sayılıyor. Oysa bizi ayakta tutacak olan; doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilme cesaretidir.
Belki artık durup düşünme vaktidir. Kaç kişiye gerçekten dostuz? Kaç kişiyi menfaatimiz için değil, kalpten seviyoruz? Ve en önemlisi, aynaya baktığımızda kendimize ne kadar samimiyiz?
Kalplerin samimiyetiyle değil, dillerin sahteciliğiyle kurulan dünya fazla sürmez. Ama belki de her şey, bir insanın içten söylediği bir “ben buradayım” cümlesiyle değişir.
O cümleyi kurmaya cesareti olan var mı?